Bu yapıt, Marx'ın kendi yeni
tarihsel ve ekonomik görüşlerinin temel özelliklerini açıklığa
kavuşturduğu bir sırada, 1846-47 kışında yazılmıştı. Proudhon'un henüz
yayınlanmış olan Système des contradictions économiques ou philosophie
de la misère adlı yapıtı, Marx'a, yaşayan Fransız sosyalistleri
arasında bundan böyle başyeri alacak bir adamın görüşlerine karşı bu temel
özellikleri geliştirme olanağını verdi. Bu iki adamın Paris'te sık sık
sabahlara dek ekonomik sorunları tartışmaya başlamalarıyla birlikte
yolları da giderek birbirlerinden ayrılmıştı; Proudhon'un kitabı, ikisi
arasında zaten aşılmaz bir uçurum bulunduğunu kanıtladı. O sıralarda bu
uçurumu görmezden gelmek olanaksızdı ve böylece Marx, verdiği bu yanıtla
onarılmaz kopuşu belgeledi.
Marx'ın Proudhon konusundaki
genel kanısı, bu önsöze ek olarak verilen ve 1865'te Berlin'de,
Sozialdemokrat, nº 16, 17 ve 18'de çıkmış bulunan makalede[1]
bulunabilir. Bu, Marx'ın bu gazete için yazmış olduğu tek makaledir; Herr
von Schweitzer'in gazeteyi, feodal ve hükümet çizgisinde gütme çabaları,
ki bu çabalar kısa bir süre sonra açığa çıkmıştır, onunla olan
işbirliğimizin başlamasından hemen birkaç hafta sonra, bizi, bu
işbirliğinin son bulduğunu kamuoyuna açıklamak zorunda bıraktı.
Bu yapıt, Almanya için,
içinde bulunduğumuz şu anda, Marx'ın bile asla kestiremediği bir önem
taşıyor. Proudhon'u mağlup ederken, o sıralarda henüz adlarını bile
bilmediği bugünün sandalye avcılarının putu Rodbertus'a da vurduğunu nasıl
kestirebilirdi ki?
Marx'ın Rodbertus'la olan
ilişkisinin ele alınacağı yer burası değildir. Kuşkusuz, çok yakında,
bunun için de olanak bulacağım. Burada şu kadarını belirtmek yeterlidir:
Rodbertus, Marx'ı, kendisini "soymakla" ve yazmış olduğu Zur Erkenntnis,
vb.'yi "kendisine atıf yapmaksızın Kapital'inde rahatça kullanmakla"
suçlarken, ancak yanlış anlaşılmış dehaların huysuzlukları için ve Prusya
dışında olup bitenler ve özellikle sosyalist ve ekonomik yazın konusunda
gösterdiği cehaletinden dolayı horgörülebilecek bir iftiracı durumuna
sokmaktadır kendisini. Bu suçlamalar ve Rodbertus'un yukarıda adı geçen
yapıtı, Marx'ın gözüne hiçbir zaman ilişmemiştir; Rodbertus konusunda
bildiği tek şey, onun üç adet Soziale Briefe'sidir ("Toplumsal Mektup"),
ki, bunları bile, 1858 ya da 1859'dan önce görmediği kesindir.
Rodbertus'un bu mektuplarda
öne sürdüğü ve kendisinin "Proudhon'un oluşturulmuş değeri"ni Proudhon'dan
önce keşfetmiş olduğu iddiası, daha sağlam bir temele dayanmaktadır; ama
burada da gene ilk kâşif olmakla övünmesi boşunadır. Her ne ise, bu
yapıttaki eleştirilere hedef olmasının nedeni budur işte, ve bu, beni,
Proudhon'un o küçük "temel" yapıtı Zur Erkenntnis unsrer
staatswirtschaftlichen Zustände ("Ulusal Ekonomik Durumumuz
Konusundaki Bilgilere Katkı"), 1842, üzerinde Proudhon'un özlemlerini ve
bu özlemlerin (gene bilinçsiz olarak) içerdiği Weitling komünizmini ön
plana çıkardığı kadarıyla, kısaca durmaya zorluyor.
Hangi eğilimde olursa olsun,
çağdaş sosyalizm, burjuva ekonomi politiğinden yola çıktığı kadarıyla,
hemen hemen istisnasız olarak, kendisini rikardocu değer teorisine bağlar.
Ricardo'nun 1817 yılında Principles'ın hemen başında ortaya attığı iki
önerme, 1º herhangi bir metaın değerinin yalnız ve ancak o metaın
üretilmesi için gerekli-emek miktarı ile belirlendiği, ve 2º tüm toplumsal
emeğin ürünlerinin şu üç sınıf arasında bölüşüldüğü: toprak sahipleri
(rant), kapitalistler (kâr) ve işçiler (ücret), 1821'den beri İngiltere'de
sosyalist sonuçlara varmada kullanılmıştır ve şimdi neredeyse ortaklıktan
kaybolmuş olan ve büyük çapta ilk kez Marx tarafından keşfedilmiş bulunan
bu yazın, keskinliği ve kesinliği ile Kapital'in ortaya çıkmasına kadar
aşılmaz kalmıştır. Ama bunun üzerinde bir başka zaman duracağım. Demek ki,
1842 yılında, Rodbertus da, kendi payına, yukardaki önermelerden sosyalist
sonuçlar çıkarmışsa, o sıralarda bu, kuşkusuz, bir Alman için ileriye
doğru atılmış çok önemli bir adımdı. Ama gene de, bu ancak Almanya için
bir yeni keşif sayılabilirdi. Rikardocu teorinin bu biçimde uygulanmasının
yeni olmaktan çok uzak bulunduğu, benzer bir kendini beğenmişlikten
mustarip olan Proudhon'a karşı Marx tarafından tanıtlanmıştır.
"Ekonomi politiğin
İngiltere'de izlediği eğilimden herhangi bir biçimde haberdar olan bir
kimse, bu ülkedeki sosyalistlerin hemen tümünün, değişik dönemlerde,
rikardocu teorinin eşitlikçi uygulanmasını önermiş olduklarını bilmiyor
olamaz. M. Proudhon'a şunları örnek gösterebiliriz: Hodgskin, Political
Economy, 1827; William Thompson, An Inquiry into the Principles of
the Distribution of Wealth Most Conductive to Human Happiness, 1824;
T. R. Edmonds, Practical Moral and Political Economy, 1828; vb.,
vb., ve dört sayfa daha vb.. Biz, bir İngiliz komünistine, Mr. Bray'e
kulak vermekle yetineceğiz. Dikkat çekici yapıtı Labour's Wrongs and
Labour's Remedy, Leeds 1839'dan bizi kesin karara ulaştıracak pasajlar
vereceğiz..."(1)
Ve yalnızca Bray'in
yapıtından buraya yapılan aktarmalar bile, Rodbertus tarafından öne
sürülen öncelik iddiasının büyük bir kısmına son vermeye yetmektedir.
O sıralar Marx, British
Museum'un okuma odasına henüz hiç uğramamıştı. Paris ve Brüksel
kütüphaneleri dışında, 1845 yazında İngiltere'ye birlikte yaptığımız altı
haftalık bir yolculuk sırasında eldeki benim kitap ve notlarım dışında
Manchester'da bulunabilen kitapları incelemişti. Demek oluyor ki,
kırklarda sözkonusu olan yazın, asla bugün olduğu kadar uzlaşılamaz
değildi. Bu kitaplar, buna karşın Rodbertus'un bilgisi dışında kaldılarsa,
bu, ancak onun Prusyalı olmasından gelen yerel darkafalılığına
verilebilir. O, özgül Prusya sosyalizminin gerçek kurucusudur ve şimdi
artık böyle olmakla tanınmaktadır.
Ancak, o sevgili Prusya'sında
bile Rodbertus rahatsız edilmekten kurtulamadı. Marx'ın Ekonomi Politiğin
Eleştirisine Katkı'sının birinci bölümü, 1859'da Berlin'de basıldı. Bu
yapıtta, iktisatçıların Ricardo'ya yönelttikleri karşı çıkışlar arasında
ikinci karşı çıkış olarak, 40. sayfada, şöyle deniyordu:
"Eğer bir ürünün değişim
değeri, içerdiği emek-zamanına eşitse, bir iş (emek) gününün değişim
değeri, bir iş gününün ürününe eşittir, ya da, ücretin emeğin ürününe eşit
olması gerekir. Oysa gerçekte olan, bunun tersidir."(2)
Bu konuya ilişkin olarak
şöyle bir dipnot var:
"Ricardo'ya karşı burjuva
iktisatçılarının ileri sürmüş oldukları bu itiraz, sonraları sosyalistler
tarafından benimsendi. Formülün teorik bakımdan doğruluğu kabul edilince,
teori ile çeliştiği için pratik kınandı ve burjuva toplumundan, kendi
teorik ilkesinden çıktığı varsayılan sonuçlara pratikte boyun eğmesi
istendi. Hiç değilse, İngiliz sosyalistleri, Ricardo'nun değişim-değeri
formülünü, ekonomi politiğe karşı bu biçimde yöneltmişlerdir."(3)
Aynı dipnotta, Marx'ın,
Felsefenin Sefaleti'ne bir atıf vardı ki, bu yapıt o sıralar bütün
kitapçılarda buluyordu.
Demek ki, Rodbertus, 1842
tarihli keşiflerinin gerçekten yeni olup olmadığı konusunda kendisini
inandıracak yeterli olanağa sahipti. Ama o bunu yapacağına, keşiflerini
tekrar tekrar ilan etmekte ve bu keşiflerini o denli eşsiz görmektedir ki,
Marx'ın da, tıpkı Rodbertus gibi, Ricardo'dan hareketle, kendi başına,
aynı sonuçlara varabileceğini asla düşünememektedir. Bu, onun bakımından
kesin olarak olanaksızdır. Marx, onu "soymuştu" – o Rodbertus'u, ki aynı
Marx, Rodbertus'ta hiç değilse kaba biçimleriyle bulunan bu sonuçların,
İngiltere'de her ikisinden de çok önceleri, açık açık ilan edilmiş
bulunduklarına onu inandırmak için elinden geleni yapmıştı!
Rikardocu teorinin en basit
sosyalist uygulaması gerçekten de yukarıda verilmiş olanıdır. Rodbertus'un
durumunda olduğu gibi, bu uygulama, birçok durumda, artı-değerin kaynağı
ve yaratılışı konusunda Ricardo'nun çok ötesine geçen bir anlayışa olanak
sağlamıştır. Bu açıdan daha önce söylenmemiş hiçbir şey sunamamış ve bunu
da öncekiler kadar olsun iyi yapamamış olması bir yana, öncellerinde
olduğu gibi, bu sunuşun yetersiz olmasının nedeni, emek, sermaye, değer
vb. gibi ekonomik kategorileri, eleştirmeksizin ve en küçük bir
incelemeden geçirmeksizin, dış görünüşlerinden kopamayan ve iktisatçıların
kendisine aktardığı kaba biçimleriyle kullanmış olmasıdır. Böylelikle,
kendisini daha ileriki tüm gelişmelerden koparmakla kalmıyor –son altmış
yıl içinde bunca sık yinelenen bu önermelerden bir şeyler çıkarmış ilk
kişi olan Marx'ın tersine– daha sonra gösterileceği gibi, kendisini
doğrudan doğruya ütopyaya götürecek yolu da açmış bulunuyor.
Rikardocu teorinin yukarıdaki
uygulaması, yani tek gerçek üreticiler olmalarından ötürü bütün toplumsal
üretimin kendi üretimleri olarak işçilere ait bulunması, doğrudan doğruya
komünizme varır. Ancak bu, yukarıya aktarılan pasajda Marx'ın da işaret
etmiş olduğu gibi, biçim yönünden ekonomik olarak yanlıştır, çünkü bu,
ahlakın ekonomiye uygulanmasından başka bir şey değildir. Burjuva
ekonomisinin yasalarına göre, ürünün en büyük kısmı, onu üreten işçilere
ait değildir. Şimdi tutar da, bu haksızlıktır, böyle olmamalıdır dersek,
bu kez de bu sözlerin ekonomi ile doğrudan bir ilgisi kalmamış olur. Böyle
söylemekle, bu ekonomik gerçeğin ahlak duygularımızla çeliştiğinden başka
bir şey söylememiş oluruz. Bundan ötürü Marx, kendi komünist istemlerini,
hiçbir zaman buna değil, kapitalist üretim biçiminin her gün gözlerimiz
önünde yer alan ve gittikçe daha büyük ölçülere varan kaçınılmaz çöküşüne
dayandırmıştır; onun söylediği tek şey, artı-değerin ödenmemiş emekten
ibaret olduğudur ki, bu da basit bir gerçektir. Ama, biçim yönünden
ekonomik olarak yanlış olan, dünya tarihi bakış açısından doğru olabilir.
Eğer kitlelerin ahlaki bilinci, kölelik ya da toprak köleliği durumlarında
olduğu gibi, bir ekonomik olgunun haksızlığını ilan ederse, bu, o olgunun
ömrünü doldurmuş bulunduğunun, bir öncekinin çekilmez ve savunulamaz
duruma gelmiş olmasından ötürü ortaya başka ekonomik olguların çıkmış
bulunduğunun kanıtıdır. Demek ki, çok doğru bir ekonomik içerik, biçimsel
ekonomik yanlışlığın ardına gizlenmiş olabilir. Artı-değer teorisinin
önemini ve tarihini daha yakından incelemenin yeri burası değildir.
Rikardocu değer teorisinden
aynı zamanda, başka sonuçlar da çıkarılabilir ve çıkarılmıştır da.
Metaların değeri, üretimleri için gerekli-emekle belirlenir. Ancak bu kötü
dünyada metaların bazan değerlerinin üstünde, bazan da altında
satıldıkları görülmektedir ve bu hiç de yalnızca rekabetteki değişmelerden
ötürü değildir. Meta fiyatları, arz ve talep aracılığı ile nasıl emek
değerine eşit olmak zorundaysalar, kâr oranları da, tüm kapitalistler için
aynı düzeyde eşitlenme eğilimindedirler. Ama kâr oranı, bir sınai
işletmeye yatırılmış bulunan toplam sermaye üzerinden hesaplanmaktadır.
Sanayinin iki farklı dalının yıllık üretimleri eşit miktarlarda emek
içerebileceklerine, ve bunun sonucu olarak eşit değerleri temsil
edebileceklerine, ve ücretler her iki dalda da eşit yükseklikte
olabileceğine, ve ama, buna karşılık, bir dala yatırılmış sermaye
ötekininkinden iki ya da üç kat daha büyük olabileceğine ve çoğu zaman da
olduğuna göre, rikardocu değer teorisi, Ricardo'nun kendisinin de
keşfettiği gibi, burada eşit kâr oranları yasası ile çelişmektedir.
Sanayinin her iki dalının da ürünleri değerlerinden satılacak olurlarsa,
kâr oranları birbirlerine eşit olamaz; yok eğer kâr oranları eşitse, o
zaman da sanayinin her iki dalının ürünleri, kesinlikle hep değerleri
üzerinden satılamazlar. Demek ki, burada bir çelişki, iki ekonomik yasanın
bir çatışkısı vardır ki, bunun pratik çözümü, Ricardo'ya göre (bölüm I,
kesim 4 ve 5), kural olarak, değerin aleyhine, kâr oranının lehine
sonuçlanmaktadır.
Ama değerin rikardocu
tanımının, tehlikeli niteliğine karşın, iyi burjuvanın yüreğine seslenen
bir yanı da vardır. Bu tanım, karşı gelinmez bir güçle, onun adalet
duygularına seslenmektedir. Haklarda adalet ve eşitlik, 18. ve 19. yüzyıl
burjuvasının, feodal adaletsizliğin, eşitsizliğin ve ayrıcalığın
yıkıntıları üzerinde kendi toplumsal yapısını yükseltmeyi arzuladığı temel
direklerdir. Ve meta değerlerinin emek ile belirlenmesi ve eşit haklara
sahip meta sahipleri arasında bu değer ölçüsüne göre yer alan emek
ürünlerinin özgür değişimi, daha önce Marx'ın kanıtladığı gibi, çağdaş
burjuvazinin tüm politik, yasal ve felsefi ideolojisinin üzerine
oturtulduğu gerçek temellerdir. Bir metaın değer ölçüsünün emek olduğu bir
kez kabullenildi mi, adaletin bu temel yasasını sözümona kabul eder
görünüp de, gerçekte bu yasayı her an vicdan azabı çekmeksizin kenara iten
bir dünyanın bu günahkârlığı karşısında, iyi burjuvanın daha da iyi olan
duyguları, derinden yaralanmaktan kendini kurtaramaz. Büyük üretim ve
makinelerin rekabeti karşısında namuslu emeğinin değeri –bu emek
çalıştırdığı işçilerin ve çırakların emeğinden ibaret olsa bile– her geçen
gün biraz daha düşen küçük-burjuvanın, özellikle bu küçük üreticinin, ürün
değişiminin emek değerlerine göre yapıldığı bir toplumu özlemek zorunda
olduğu, değişmez bir gerçektir. Bir başka deyişle, yalnızca bir meta
üretimi yasasının tek başına ve tam anlamıyla geçerli olduğu, ama bu
yasayı etkin kılacak koşulların, yani meta üretiminin ve giderek
kapitalist üretimin öteki yasalarının ortadan kaldırılmış bulunduğu bir
topluma özlem duymaya mahkumdur.
Bu ütopya –gerçek ya da
ideal– çağdaş küçük-burjuva düşünüş biçiminde derin kökler salmıştır. Bu
düşünüş biçiminin daha 1831 yılında, John Gray tarafından sistematik bir
biçimde geliştirilmiş bulunması, otuzlarda, İngiltere'de pratikte denenmiş
ve teorik olarak yaygın bir biçimde telkin edilmiş bulunması, 1842 yılında
Almanya'da Rodbertus ve 1846 yılında Fransa'da Proudhon tarafından nihai
gerçek olarak ilan edilmiş olması, hatta 1871 yılında bile Rodbertus
tarafından toplumsal soruna çözüm ve örneğin, kendi toplumsal vasiyeti
olarak tekrar ilan edilmiş olması, 1844 yılında Rodbertus adına Prusya
devlet sosyalizmini istismar etmeye koyulan sandalye avcıları sürüsü
ardında tekrar yandaş bulması, bunun kanıtlarıdır.
Bu ütopyanın eleştirisi,
Proudhon ve Gray'e karşı Marx tarafından öylesine tam olarak yapılmıştır
ki, (bu yazının ekine bakınız), ben, burada, yalnızca bunun Rodbertus'a
özgü tanıtlama ve anlatım biçimi üzerinde birkaç söz söylemekle
yetinebilirim.
Daha önce de belirtildiği
gibi, Rodbertus, ekonomik kavramların geleneksel tanımlarını
iktisatçılardan kendisine aktarılan biçimleriyle olduğu gibi kabulleniyor.
Bunların doğruluklarını araştırmak için en küçük bir çaba bile
göstermiyor. Kendisi için değer, "bir şeyin, diğer şeyler karşısında
miktara göre değerlendirilmesi, bu değerlendirmenin de ölçü kabul
edilmesi"dir. Kibarca söylemek gerekirse, bu son derece baştan savma
tanım, bize, olsa olsa değerin yaklaşık olarak neye benzediği konusunda
bir fikir vermektedir, ama onun ne olduğu konusunda hiçbir şey
söylememektedir. Ama Rodbertus'un değer konusunda bize söyleyebildikleri
bundan ibaret olduğuna göre, onun, neden değer dışında kalan bir değer
ölçüsü aramakta olduğu anlaşılabilir. Herr Adolf Wagner'in sonsuz
takdirini kazanmış o soyut düşünme gücüyle, kullanım-değerini
değişim-değeri ile karman çorman edip birbirine karıştırdığı otuz sayfadan
sonra, değer için gerçek bir ölçünün bulunmadığı ve kişinin onun yerini
tutacak başka bir ölçü kullanmak zorunda olduğu sonucuna varıyor. Emek bu
görevi görebilir, ama ancak eşit miktarlarda emek içeren ürünlerin, hep
aynı miktarda emek içeren ürünlerle değişilmesi koşuluyla; "durumun
gerçekten böyle olması, ya da bu durumu sağlayacak önlemlerin alınmış
olması" bir şey değiştirmez. Bütün birinci bölüm, metaların başka bir şeye
değil, ama "emeğe maloldukları" ve bunun niçin böyle olduğunu göstermek
için yazılmış olmakla birlikte, değer ile emek birbirleri karşısında
herhangi bir gerçek ilişkiden yoksun kalmaktadırlar.
Emek de, gene iktisatçılara
göründüğü biçimiyle, incelenmeden alınmıştır. Hatta o biçimiyle bile
alınmamıştır. Çünkü birkaç sözcükle emek yoğunluğu farklılıklarına atıf
varsa da, emek gene "maliyeti olan" herhangi bir şey, bundan ötürü de
normal ortalama toplumsal koşullar altında harcanmış olup olmadığına
bakılmaksızın, değer ölçen herhangi bir şey olarak, çok genel bir biçimde
konmuştur. Üreticilerin bir günde hazırlanabilecek ürünler için on gün mü,
yoksa yalnızca bir gün mü harcadıkları; en iyi aletleri mi, yoksa en
kötülerini mi kullandıkları; emek-zamanlarını toplumsal olarak gerekli
maddelerin toplumsal olan gerekli miktarlarda üretilmeleri için mi, yoksa
istenmeyen maddelerin üretimi, ya da istenen maddeleri talebin altında ya
da üstündeki miktarlarda üretmek için mi harcadıkları – bütün bu konularda
hiçbir şey yok: emek, emektir; eşit emeğin ürünü, aynı miktardaki emek
ürünü ile değişilmelidir. Tersi durumlarda, haklı ya da haksız, ulusal bir
tavır takınmaya ve bireysel üreticiler arasındaki ilişkileri genel
toplumsal çıkarların bekçi kulesinden gözetlemeye o denli hazır olan
Rodbertus, burada aynı şeyi yapmaktan özenle kaçınıyor. Ve bunun tek
nedeni, kuşkusuz, kitabın daha ilk satırında emek-para ütopyasına yönelmiş
bulunması ve emeğin değer üreten özelliğinin herhangi bir biçimde
araştırılmasının kendi yoluna aşılmaz engeller koyacak olmasıdır.
Rodbertus'un içgüdüsü, burada, somut düşünce yoksunluğunun Rodbertus'ta
ortaya çıkardığı o soyut düşünme gücünden oldukça üstün çıkmıştır.
Ütopyaya geçiş, bir
elçabukluğu ile yapılmıştır artık. Metaların şaşmaz kural olarak emek
değerine göre değişimini sağlayan "önlemler", herhangi bir güçlük
çıkarmamaktadır. Oysa, Gray'den Proudhon'a dek bu eğilimde olan öbür
ütopyacılar, bu amacı gerçekleştirecek toplumsal kurumlar icat etmek için
kafa patlatıp durmaktadırlar. Böyleleri, ekonomik sorunu, hiç değilse
değişilecek metalara sahip olanların kendi eylemleri ile, ekonomik yoldan
çözümlemeye çalışmaktadırlar. Oysa Rodbertus için bu çok daha kolaydır.
İyi bir Prusyalı olarak, o, devlete başvuruyor: devlet gücünün bir
buyrultusu, gerekli reformu emreder.
Böylece değer, mutlu bir
biçimde "oluşur", ama Rodbertus'un bu oluşmada varolduğunu iddia ettiği
önkoşul ortalarda yoktur. Tam tersine, –diğer birçokları gibi– Gray ve
Bray de, Rodbertus'tan önce bu düşünceyi, yani ürünlerin her zaman ve her
koşul altında yalnızca değerleri üzerinden değişilmelerini sağlayacak
önlemlere duyulan inançlı arzuyu, geniş bir biçimde ve doyum noktasına dek
sık sık yinelemişlerdir.
Devlet, değeri böylece
oluşturduktan sonra –hiç olmazsa ürünlerin bir kısmı için, çünkü Rodbertus
alçakgönüllüdür de– çalışma bonolarını(4)
çıkartır ve bunlardan sanayi kapitalistlerine avanslar verir, ki sanayi
kapitalistleri de, bu avanslardan işçilerin ücretlerini öderler, işçiler
de aldıkları bu çalışma bonoları ile ürün satın alırlar ve böylece çalışma
bonosunun tekrar başlangıç noktasına dönmesini sağlarlar. Bunun ne denli
güzel bir biçimde yürüyeceğini insan Rodbertus'un kendisinden
dinlemelidir:
"İkinci koşula gelince,
makbuzda(5) yazılı değerin
dolaşımda da gerçekten varolmasını sağlayacak önlem, yalnızca ürünü bizzat
teslim eden kişinin, üzerinde o ürünün üretilmesini sağlayan emek
miktarının tam olarak belirtildiği bir makbuz alması ile gerçekleştirilir.
İki günlük bir emek ürünü teslim eden bir kişi, üzerinde "iki gün" yazılı
bir makbuz alır. Makbuz çıkartılmasında bu kurala sıkıca uyulması ile
ikinci koşul da zorunlu olarak yerine getirilmiş olur. Çünkü
varsayımlarımıza göre, malların gerçek değerleri, her zaman üretilmeleri
için gereken emek miktarı ile çakışır ve bu emek miktarı, alışılmış zaman
birimi ile ölçülebilir ve bundan ötürü üzerinde iki günlük emek harcanmış
bir ürün teslim eden herkes, bu iki güne karşılık gerçekte arzettiği
değerden ne fazla ne de eksik değerde, onaylanmış ya da kendi adına
verilmiş bir belge alır. Bundan başka, ancak dolaşıma gerçekten bir ürün
koymuş kişi böyle bir belge alacağından, makbuzun üzerindeki değerin tüm
toplumun gereksinmeleri için de geçerli olacağı kesindir. İşbölümünün
kapsamı ne denli yaygın olursa olsun, bu kurala kesinlikle uyulması
durumunda, varolan değer toplamı, onaylanmış değer toplamına tamı tamına
eşit olmak zorundadır. Onaylanmış değer toplamı, tahsis edilmiş değer
toplamına tam eşit olacağından, ikincisi de zorunlu olarak mevcut değer
ile çakışacak, tüm alacaklılar tatmin edilmiş olacak ve tasfiye doğru bir
biçimde sağlanmış olacaktır." (s. 166-167.)
Yeni bir şey keşfetmekte
şimdiye dek hep geç kalma şanssızlığına uğramışsa da, Rodbertus, artık bu
kez, bir tür orijinallik erdemine sahip olmuş oluyor: rakiplerinden
hiçbiri, çalışma bonosu ütopyası budalalığını bu denli çocukça saf, boş,
gerçekten Pomeranyalı diyebileceğim bir biçimde ifade etme cüretinde
bulunamamıştır. Her kâğıt belge karşılığında başka bir değer nesnesi
verilmiş olduğuna göre ve karşılığında bir kâğıt belge olmaksızın hiçbir
değer nesnesi verilmediğine göre, kâğıt belgelerin toplam tutarı, her
zaman için, değer nesnelerinin toplam tutarı ile karşılanmak durumundadır.
Geriye hiçbir şey artmaksızın hesap tutuyor, hem de emek-zamanının son
saniyesine dek ve hiçbir Regierungs-Hauptkassen-Rentamtskalkulator,[2]
saçları devlet hizmetinde ne denli ağarmış olursa olsun, bu hesapta en
küçük bir hata bulamaz. Daha fazla ne istenebilir ki?
Günümüzün kapitalist
toplumunda, her sanayi kapitalisti, neyi, nasıl ve ne kadar üreteceğine
kendi arzusuna göre karar verir. Ama, hem nitelik açısından, yani arzu
edilen nesneler olarak ve hem de miktar açısından, toplumsal talep kendisi
için büyüklüğünü kestiremeyeceği bir bilinmeyen olarak kalır. Bugün
yeterli bir hızda arzedilemeyen şey, yarın talebin çok üstünde
arzedilebilir. Bununla birlikte, sonuçta talep, bu ya da şu, iyi ya da
kötü bir biçimde karşılanır ve bir bütün olarak alındığında, üretim,
nihayet arzu edilen nesnelere yöneltilir. Bu çelişkinin uzlaştırılması
nasıl olur? Rekabetle. Ya rekabet bu çözümü nasıl sağlar? İvedi toplumsal
gereksinmeler için gerek cins ve gerek miktar bakımından yararsız olan
metaları emek değerlerinin altına düşürerek ve bu dolambaçlı yoldan
üreticilere ya tümüyle yararsız nesneler ya da kullanılamayacak kadar çok,
gereksiz miktarda yararlı nesneler ürettiklerini algılatır. Bundan iki
sonuç çıkar.
Birincisi, fiyatların meta
değerlerinden bu sürekli sapması, meta değerlerinin varolmasını sağlayan
biricik gerekli koşuldur. Ancak rekabetteki dalgalanmalar ve bunun sonucu
meta fiyatlarındaki dalgalanmalar sayesindedir ki, meta üretiminin değer
yasası kendisini ortaya kor ve meta değerinin toplumsal olarak gerekli
emek-zamanı ile belirlenmesi bir gerçek haline gelir. Böylece, değerin
kendini ortaya koyma biçimi olan fiyatın, kural olarak, ortaya koyduğu
değerden farklı bir yön taşıması, değerin, birçok toplumsal ilişki ile
birlikte paylaştığı bir yazgıdır. Kral, temsil etmekte olduğu krallıktan
çoğu kez oldukça farklı görünür. Demek ki, metalarını birbirleriyle
değişen bir üreticiler toplumunda, değerin emek-zamanı ile belirlenmesini,
biricik yol olan fiyatlar üzerinde baskı yaparak sağlamak için, rekabetin
yasaklanmasını arzulamak, kişinin, en azından bu alanda, ekonomik
yasaların o her zamanki iğrenç ütopyasını benimsemiş olduğunun
tanıtlanmasından başka bir şey değildir.
İkincisi, metalarını
birbirleriyle değişen bir üreticiler toplumunda rekabet, meta üretiminin
değer yasasını harekete getirmekle, o koşullar içinde mümkün olan biricik
toplumsal üretim örgütünü ve düzenini sağlar. Bireysel meta
üreticilerinin, toplumun nelere, ne miktarlarda gereksinme duyup
duymadığını görebilmelerini sağlayan tek şey, ürünlerin değerlerinin
altında ya da üstünde fiyat bulmalarıdır. Ama Rodbertus'un da paylaştığı
ütopyanın ortadan kaldırmak istediği şey, işte bu biricik düzenleyicidir.
Her üründen gerekli miktarlarda bulabilmemizin; şeker pancarı ve patates
alkolü içinde yüzerken, mısır ve et sıkıntısı çekmememizin; milyonlarca
pantolon düğmesi ortalığı sel gibi kaplamışken, çıplaklığımızı örtecek
pantolon sıkıntısı çekmememizin garantisi nedir diye soracak olsak, bu kez
de Rodbertus muzafferane bir eda ile, şekerin her gereksiz kilosu için,
satılmayan her alkol fıçısı için, kullanılması olanaksız her pantolon
düğmesi için doğru bir belge verilmesine dayanan ve eksiksiz ve doğru
"işleyerek tüm alacaklıları tatmin edecek ve tasfiyeyi doğru bir biçimde
sağlayacak" olan o ünlü hesabını göstermektedir. Bu hesabın doğruluğuna
inanmayanlar, bu hesabın yapılmasına nezaret etmiş ve doğru olduğunu
görmüş ve ayrıca bugüne dek nakit hesabında asla herhangi bir hatanın
sorumlusu olmadığından tamamen güvenilir olan Pomeranya'daki hükümet
gelirler dairesi saymanı X'e başvurabilirler. Ve şimdi bir de Rodbertus'un
sanayi ve ticaret bunalımlarını kendi ütopyası ile ortadan kaldırmaya
kalkışmasındaki saflığı düşünün. Meta üretimi, dünya pazarı boyutlarına
ulaşır ulaşmaz, kendi hesaplarına üretim yapan bireysel üreticiler ile
talebin niteliği ve miktarı açısından onlarca azçok meçhul olan pazar
arasındaki denge, dünya pazarındaki bir fırtına ile, bir ticaret bunalımı
ile kurulur.(6) Fiyatlardaki
yükseliş ve düşüş ile dünya pazarındaki durum konusunda üreticiyi uyaran
rekabet, artık yasaklanacak olursa, o zaman üreticilerin gözleri bütünüyle
kör edilmiş olacaktır. Üreticileri, bundan böyle, üretim yaptıkları
pazarın durumu konusunda artık hiçbir şey bilemeyecek duruma getirip meta
üretimini bu biçimde kurmak, bunalım hastalığına karşı, Dr. Eisenbart'ı
gerçekten de hasetinden çatlatacak bir tedavi yoludur.
Rodbertus'un meta değerini
neden yalnızca "emek" ile belirlediği ve neden yalnızca farklı derecelerde
emek yoğunluğunu kabullenmekle yetindiği şimdi anlaşılıyor. Eğer emeğin
hangi araçlarla ve nasıl değer yarattığını ve böylece aynı zamanda onu
belirlediğini ve ölçtüğünü incelemiş olsaydı, hem aynı türden öteki
ürünlerle ilişkili olarak ve hem de toplumun toplam talebi ile ilişkili
olarak tek bir ürün için toplumsal olarak gerekli-emek kavramına varmış
olacaktı. Böylelikle Rodbertus, bireysel meta üreticilerinin
üretimlerinin, toplam toplumsal talebe uydurulmasının nasıl gerçekleştiği
sorunu ile karşı karşıya gelecek ve bütün ütopyası böylece
olanaksızlaşacaktı. Ama gerçekte o, bir "soyutlama yapmayı", en önemli
sorunu soyutlayarak bir kenara bırakmayı yeğledi.
Rodbertus'un bize gerçekten
yeni bir şey sunduğu ve onu, çalışma bonolarıyla değişim ekonomisinin
destekçisi sayısız dostlarından ayıran noktaya ensonu gelmiş bulunuyoruz.
Bunların tümü, ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesine son vermek
amacıyla, bu değişim örgütünden yanadırlar. Her üretici, ürününün tüm emek
değerini almalıdır. Bunda, Gray'den Proudhon'a dek hepsi hemfikirdirler.
Rodbertus ise, olmaz diyor; ücretli emek ve onun sömürüsü kalacak.
Birincisi, akla gelebilecek
hiçbir toplum düzeninde işçi, ürününün tüm değerini tüketmek üzere alamaz.
Ekonomik olarak üretken olmayan, ama gerekli bir dizi işlerin karşılanması
ve bundan ötürü bu işlere bağlı olan kişilerin bakımı, üretilmiş fondan
karşılanmak zorundadır. Bu, bugünkü işbölümü varolduğu sürece geçerlidir.
Genel üretken emeğin zorunlu olduğu bir toplumda ise, ki bu da "akla
gelebilecek" bir şeydir, bu geçerliliğini yitirir. Ama bir toplumsal yedek
ve birikim zorunluluğu, gene de kalacak ve bunun sonucu olarak, bu durumda
bile, işçiler bir bütün olarak, hem de hepsi, toplum ürünlerinin
sahipliğini ve kullanımını kendi ellerinde tutsalar bile, tek tek her işçi
gene de "emeğinin tüm ürününden" yararlanmayacaktır. Ekonomik olarak
üretken olmayan işlerin emek ürününden karşılanması durumu, diğer
emek-para ütopyacılarının da gözlerinden kaçmamıştır. Ama onlar sorunun
çözümünü işçilerin alışılagelmiş demokratik yoldan, bu amaçla, kendi
kendilerini vergilendirmelerine bırakırken, 1842 yılındaki toplumsal
reformunu o zamanın Prusya devletine uyduran Rodbertus ise, bütün sorunun
çözümünü işçinin kendi ürünündeki payını tepeden saptayan ve işçinin bu
payı lütfen almasına izin veren bürokrasinin kararına bırakır.
İkincisi, toprak rantı ve kâr
da, azalmadan sürecektir. Çünkü toprak sahipleri ve sanayi kapitalistleri
de, aralarında ekonomik bakımdan üretken olmayanlar bulunsa bile,
toplumsal olarak yararlı ve hatta gerekli bazı işler yaparlar ve toprak
rantı ve kâr biçiminde bir tür karşılık alırlar – bu anlayış, herkesin de
teslim ettiği gibi, 1842 yılında bile yeni bir şey değildi. Aslında
bunlar, şu anda yapmakta oldukları ve hem de çok kötü yaptıkları azıcık
şey karşılığında çok fazla almaktadırlar ama, Rodbertus'un da, hiç değilse
gelecek beşyüz yıl için ayrıcalıklı bir sınıfa gereksinmesi vardır; bundan
ötürü de, bugünkü artı-değer oranı, söylemek istediğimi doğru ifade etmek
gerekirse, varlığını sürdürecek, ama bu oranın artırılmasına izin
verilmeyecektir. Bugünkü artı-değer oranını, Rodbertus, yüzde-ikiyüz
olarak kabul etmektedir. Yani oniki saatlik emek karşılığında işçinin
aldığı günlük belge, oniki saatlik değil, yalnızca dört saatlik olacaktır
ve geriye kalan sekiz saatte üretilmiş bulunan değer, toprak sahibi ile
kapitalist arasında bölüştürülecektir. Demek ki, Rodbertus'un emek
belgeleri düpedüz yalan söylemektedirler. İşçi sınıfının dört saatlik
çalışma belgesi almak için oniki saat çalışmaya boyun eğeceğini hayal
edebilmek için, kişinin, yine Pomeranyalı bir junker olması gerekir. Eğer
kapitalist üretimin dalaveresi bunun açıkça bir soygun olduğunu gösteren
bu basit dile çevrilseydi, artık olanaksızlaşırdı. İşçiye verilen her
belge, doğrudan doğruya isyana tahrik demek olur, ve bu da Alman
İmparatorluğu ceza yasasının 110'uncu maddesinin kapsamına girerdi.
İşçilere böyle bir hakarette bulunabileceğini hayal edebilmesi için,
kişinin, ömründe, sopa ve kırbacın egemen olduğu ve köyün tüm güzel
kadınlarının lord hazretlerinin haremine ait bulunduğu Pomeranyalı bir
junkerin malikanesinde hâlâ gerçekte yarı-toprak kölesi (semi-serfdom)
olarak çalışan gündelikçi tarım proletaryasından başka proletarya görmemiş
olması gerekir. Ama bizim muhafazakârlarımız, en büyük
devrimcilerimizdirler.
Ama işçilerimiz, eğer oniki
saatlik ağır bir çalışmadan sonra, gerçekte yalnızca dört saat çalışmış
olduklarını kabullenecek kadar yumuşakbaşlı olurlarsa, bunun ödülü olarak
onlara, kendi ürettikleri ürün içindeki paylarının sonsuza dek üçte-birin
altına düşmeyeceği garanti edilecektir. Bu, gerçekten de, oyuncak
trompetle geleceğin havasını çalmaktır ki, üzerinde bir tek sözcük bile
harcamaya değmez. Demek ki, Rodbertus'un çalışma bonolarının değişimi
ütopyasında yeni olan bir şey varsa da, bu yenilik çocukçadır ve hem
kendinden önceki ve hem de sonraki bir sürü yoldaşının göstermiş
bulundukları başarıların çok altındadır.
Rodbertus'un Zur Erkenntis,
vb.'si çıktığı dönem için kuşkusuz önemli bir kitaptı. Ricardo'nun değer
teorisini tek yönde geliştirmesi, çok şeyler vaadeden bir başlangıçtı.
Yalnızca kendisi ve Almanya için yeni bir şey olsa bile, gene de bir bütün
olarak, kendisinden önceki İngilizlerin en iyilerinin başarıları ile eşit
düzeydedir. Ama bu, bir başlangıçtan ibaretti ve ancak daha ileri düzeyde,
kapsamlı ve eleştirici bir çalışma ile teori için bir kazanç durumuna
getirilebilirdi. Ama o, Ricardo'nun teorisini daha başından, ikinci yönde
de, ütopya yönünde de geliştirerek, kendisini başka yöndeki daha ileri
gelişmelerden kopardı. Böylece, her türlü eleştirinin birinci koşulunu
yitirdi – taraf tutmaktan uzak kalmak. Daha önceden belirlenmiş bir amaca
yönelik çalıştı ve bir Tendenzökonom(7)
oldu. Ütopyasının tuzağına bir kez yakalanınca da, kendisini bilimsel
ilerlemenin tüm olanaklarından kopardı. 1842 yılından ölümüne dek ilk
yapıtında zaten ifade ya da işaret etmiş olduğu aynı düşünceleri hep
yineleyerek, beğenilmediği duygusu içinde, soyulacak hiçbir şeyi olmadığı
halde kendisini soyulmuş sayarak ve ensonu, kendisinin çok önceden
keşfedilmiş bir şeyi yalnızca yeniden keşfetmekle kaldığını görmeyi bile
bile reddederek, aynı çember içinde döndü durdu.
ÇEVİRİ, birkaç yerde, Fransızca basılmış orijinal metinden değişiktir. Bu
değişiklikler, Marx'ın kendi elyazısıyla yaptığı değiştirmelere
dayandırılmıştır ki, bunlar, şu anda hazırlanmakta olan yeni Fransızca
baskıya da konacaktır.
Bu yapıtta kullanılan
terimlerin, Kapital'dekilerle her bakımdan aynı olmadığına işaret etmenin
gereği yoktur. Bu yapıt, hâlâ emekten meta diye, ve emek-gücü yerine,
emeğin alım ve satımından sözetmektedir.
Bu baskıya ek olarak ayrıca
şunlar da konulmuştur:
1) Marx'ın Zur Kritik der
Politischen Ökonomie [Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı], Berlin 1859,
yapıtından John Gray'in ilk çalışma bonoları değişimi ütopyasına ilişkin
bir pasaj, ve 2) Marx'ın Brüksel'de (1848) serbest ticaret üzerine yaptığı
bir konuşmasının çevirisi, ki bu konuşma, yazarın Felsefenin Sefaleti ile
aynı gelişme evresi içinde yapılmıştır.
FRİEDRİCH
ENGELS
Londra, 23 Ekim 1884
DıPNOTLAR
(1)
Bkz: Felsefenin Sefaleti'nin 67. sayfası. –Ed.
(2)
Bkz: Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol
Yayınları, Ankara 1993, s. 78. –Ed.
(3)
Bkz: Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol
Yayınları, Ankara 1993, s. 78, not. –Ed.
(4)
Çeviriye esas alınan İngilizce metinde "labour paper money" ("emek
kâğıt para"), Fransızca metinde (Misère de la philosophie, Editions
Sociales, Paris 1968, s. 33) "les bons de travail" ("iş bonoları",
"çalışma bonoları" ya da "emek bonoları"). –Ed.
(5)
İngilizcesinde "note", Fransızca "le billet". –Ed.
(6)
Hiç değilse yakın zamanlara dek durum böyleydi. İngiltere'nin dünya pazarı
üzerindeki tekeli, Fransa, Almanya ve hepsinden önemlisi Amerika'nın dünya
pazarına girmesiyle her geçen gün biraz daha sarsıldığına göre, yeni bir
dengeleme biçiminin etkin olduğu görülmektedir. Bunalımdan önce görülen
bolluk dönemi, hâlâ ortaya çıkamıyor. Eğer bu dönem tümüyle ortadan
kalkacak olursa, o zaman, önemsiz dalgalanmalar olsa da kronik duraksama
zorunlu olarak çağdaş sanayinin olağan durumu haline gelecektir. [F.
Engels'in notu.]
(7)
Belirli bir eğilime bağlı iktisatçı. –ç.
AÇIKLAYICI NOTLAR
[1] Engels, K.
Marx'ın J. B. Schweitzer'e yazdığı 24 Ocak 1865 tarihli mektubun sözünü
etmektedir. Felsefenin Sefaleti'nin 185-188. sayfalarına bakınız.
[2] Hükümet
gelirler dairesi muhasebecisi. Engels'in alay etmek için kullandığı
gösterişli bir mevki adı.