DOĞANIN
DİYALEKTİĞİ
AİLENİN, ÖZEL MÜLKİYETİN VE
DEVLETİN KÖKENİ
ANTİ-DÜHRİNG
ÜTOPİK
SOSYALİZM VE BİLİMSEL SOSYALİZM
LUDWIG FEUERBACH VE KLASİK ALMAN
FELSEFESİNİN SONU
TARİHTE ZORUN ROLÜ
KÖYLÜLER SAVAŞI
ALMANYA'DA DEVRİM VE
KARŞI-DEVRİM
İNGİLTERE'DE EMEKÇİ SINIFIN
DURUMU
KONUT SORUNU
BÜRO İLE BARİKAT ARASINDA
KOMÜNİZMİN İLKELERİ
HAKİKİ SOSYALİSTLER
|
FRİEDRİCH ENGELS
KÖYLÜLER SAVAŞI
ÖNSÖZ
FRİEDRİCH ENGELS
I
Bu yapıt, daha
yeni tamamlanmış bulunan karşı-devrimin dolaysız etkisi altında, 1850
yazında Londra'da yazılmıştı; 1850'de Hamburg'da, Karl Marx tarafından
yönetilen iktisadi ve siyasal bir dergi olan Neue Rheinische Zeitung'un
[Yeni Ren Gazetesi] 5. ve 6. sayılarında yayınlandı. Almanya'daki siyasal
dostlarım bu yapıtın yeniden basılmasını istiyorlar ve ben de onların bu
isteğine uyuyorum, çünkü bu yapıt, ne yazık ki hâlâ güncel bir değer
taşıyor.
Bu çalışma, yeni
bir kişisel belge verme iddiasında değil; tersine, köylü ayaklanmaları ve
Thomas Münzer ile ilgili tüm gereçler, Zimmermann'dan1 alınmıştır.
Zimmermann'ın kitabı, şurada burada bazı eksiklikler olsa da, hâlâ
olguların en iyi derlemesi olarak kalır. Zaten Zimmermann da konusunu çok
sever. Kitabın her yanında ezilen sınıf yararına kendini gösteren o
devrimci içgüdü, onu aşırı-solun Frankfurt'taki en iyi temsilcilerinden
biri durumuna getirmişti. O günden beri, kuşkusuz biraz yaşlanmış olmalı.
Buna karşılık,
Zimmermann'ın kitabında iç bağlantının bulunmadığı, onun, zamanında
tartışılan dinsel ve siyasal sorunları, çağdaş sınıf savaşımlarının
yansısı olarak sunma başarısını gösteremediği, bu savaşımlarda ezenler ve
ezilenlerden, kötüler ve iyilerden ve en sonunda da kötülerin zaferinden
başka bir şey görmediği, savaşımın patlak vermesini olduğu gibi sonucunu
da belirleyen toplumsal ilişkileri kavrayışının son derece eksik olduğu
her ne kadar doğruysa da, bunun kusuru bu kitabın yayınlandığı dönemdedir.
Hatta bu kitabın, zamanı için henüz çok gerçekçi olduğu ve idealist Alman
tarihçilerin yapıtları arasında, övülmeye değer bir istisna oluşturduğu
bile söylenebilir.
Benim açıklamam,
savaşımın tarihsel akışını ancak kalın çizgileri içinde şöyle bir çizerek,
Köylüler Savaşının kökeni bu savaşa katılan çeşitli partiler tarafından
alınan konumları, bu partilerin davranışlarını açıklamak için
başvurdukları siyasal ve dinsel teorileri ve son olarak savaşımın
sonucunu, sınıfların toplumsal yaşamının tarihsel koşullarının zorunlu
sonuçları olarak göstermeye çalışır. Başka bir deyişle ben, Almanya'nın
siyasal düzeninin, bu düzene karşı ayaklanmaların, çağın siyasal ve dinsel
teorilerinin, tarım, sanayi, ulaştırma yolları, meta ve para ticaretinin
bu ülkede erişmiş bulundukları gelişme derecesinin nedenleri değil ama
sonuçları olduklarını göstermeye çalıştım. Tarihin tek materyalist görüşü
olan bu görüş, benden değil Marx'tan gelir; bu görüş, onun 1848-49 Fransız
devrimi üzerine, yukarda adı geçen dergide yayınlanan çalışmalarında ve
Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i adlı yapıtında bulunur.
1525 Alman devrimi
ile 1848-49 Alman devrimi arasındaki benzerlik, benim bu yapıtı yazdığım
sıralarda gözden kaçmayacak kadar açıktı. Bununla birlikte, olayların
genel akışının, orada [1525'te, –ç.] olduğu gibi burada da [1848-49'da da,
–ç.] çeşitli yerel ayaklanmaların, birbiri ardına, bir tek ve aynı
prensler ordusu tarafından ezilmesi sonucunu veren benzeşmesi yanında, her
iki durumda da kent burjuvazisinin davranışındaki, bazan gülünçlüğe kadar
varan benzeyiş yanında, son derece açık ve seçik farklılıklar da var:
"1525 devriminden
kim yararlandı? Prensler. 1848 devriminden kim yararlandı? Büyük
Hükümdarlar, Avusturya ve Prusya. 1525'in küçük prenslerinin arkasında,
onlara vergi ödemekle bağımlı küçük-burjuvalar vardı; 1850'nin büyük
prenslerinin ardında, Avusturya ve Prusya'nın ardında ise, devlet borcu
aracıyla bunları çarçabuk kendilerine bağımlı kılan modern büyük
burjuvalar var. Ve büyük burjuvaların arkasında da, proleterler."
Bu tümcede, Alman
büyük burjuvazisinin gereğinden çok övüldüğünü söylemek zorunda kalmaktan
üzgünüm. Alman büyük burjuvazisi, Prusya'da olduğu gibi Avusturya'da da,
"devlet borcu aracıyla" krallığı "çarçabuk kendine bağımlı kılma"
fırsatını buldu; ama bu fırsattan hiçbir zaman, hiçbir yerde
yararlanamadı.
1866 savaşından
sonra Avusturya, göksel bir bağış gibi, burjuvazinin eline düşmüştür; ama
bu burjuvazi egemen olmasını bilmez, hangi konuda olursa olsun güçsüz ve
yeteneksizdir. O yalnızca bir şey bilir. Emekçiler kımıldar kımıldamaz,
onlara karşı sert davranmak. Yalnızca Macarlar'ın buna gereksinmeleri
olduğu içindir ki, dümeni elinde tutar.
Ya Prusya'da?
Gerçi devlet borcu ölçüsüz bir biçimde artmıştır, bütçe sürekli olarak
açık verir, kamu harcamaları her yıl büyür, burjuvalar mecliste çoğunluğa
sahiptir, onlar olmadan ne vergiler artırılabilir, ne de yeni
borçlanmalara gidilebilir — ama nerde burjuvaların devlet üzerindeki
iktidarları? Daha birkaç ay önce, bütçe yeniden açık verdiği zaman, son
derece uygun bir konumları vardı. Yalnızca azıcık bir direngenlikle,
birçok ödün kopartabilirlerdi. Ama ne yapıyorlar? Hükümetin, ayaklarının
dibine ve yalnızca bu yıl değil ama gelecekteki her yıl için de 9 milyon
koymalarına izin verme tenezzülünde bulunmasını, yeterli bir ödün
sayıyorlar.
Meclisin bu
zavallı "ulusal-liberaller"ini, hak ettiklerinden çok kınamak istemem.
Bunların, arkalarında bulunan kimseler tarafından, burjuvazi yığını
tarafından yüzüstü bırakıldıklarını biliyorum; burjuvazi yığını egemen
olmak istemiyor: 1848'in anısı henüz onda çok canlı.
Alman
burjuvazisinin neden bu kadar büyük bir korkaklık gösterdiğini daha ilerde
göstereceğiz.
Kaldı ki yukarda
aktarılan tümce, dipten doruğa doğrulanmış bulunuyor. 1850'den bu yana,
artık Prusya ya da Avusturya'nın çevirdiği dolaplara alet olmaktan başka
bir işe yaramayan küçük devletlerin, gitgide daha belirgin bir biçimde
arka plana geçtiklerini; Avusturya ile Prusya arasında, sonunda
Avusturya'nın kendi eyaletlerini elde tuttuğu, Prusya'nın, dolaysız ya da
dolaylı olarak, tüm kuzeyi kendine bağımlı kıldığı, oysa üç güney-doğu
devletinin şimdilik ortadan kalkmış bulunduğu 1866 metazori çözümüne
bağlanan, durmadan daha canlı savaşımların birbirlerini izlediklerini
görüyoruz.2
Bütün bu büyük
devlet olaylarının, Alman işçi sınıfı bakımından yalnızca şu önemi var:
Birinci olarak,
genel oy hakkı sayesinde, işçiler yasama meclisinde kendilerini doğrudan
doğruya temsil ettirme olanağını elde etmişlerdir.
İkinci olarak
Prusya, tanrısal hukukun öteki üç tacını elçabukluğu ile yok ederek ilk
iyi örneği vermiştir.3 Artık ulusal-liberaller bile, bu işten sonra
ülkelerinin, bir zamanlar inandıkları gibi tanrısal hukukun aynı lekesiz
tacına hâlâ sahip bulunduğuna inanmıyorlar.
Üçüncü olarak,
artık Almanya'da devrimin ancak bir tek ciddi düşmanı var: Prusya
hükümeti.
Ve dördüncü olarak
da Avusturyalı-Almanlar, son bir kez olarak, kendilerine ne olmak
istediklerini: Alman mı, Avusturyalı mı olmak istediklerini; daha çok neye
bağlandıklarını: Almanya'ya mı, yoksa Leitha-ötesi eklentilerine mi
bağlandıklarını sormalıdırlar. Bir seçim yapmaya karar vermek zorunda
oldukları uzun süreden beri açıktı, ama küçük-burjuva demokrasisi bunu hep
gizledi.
1866 yılının, o
zamandan beri bir yandan "ulusal-liberaller" ile öte yandan "halkçılar"
arasında bıkkınlık getirinceye kadar tartışılan öteki önemli
anlaşmazlıklarına gelince, daha sonraki yılların tarihi bu iki görüşün,
aslında aynı sınırlı anlayışın karşıt kutupları oldukları için, birbirleri
ile o kadar zorlu bir biçimde savaştıklarını tanıtlayacaktır.
1866 yılı,
Almanya'daki toplumsal ilişkilerde hemen hiçbir değişiklik yapmadı. Hepsi
de bürokratik sınırlara uyarlanmış, ağırlık ve uzunluk ölçülerinin
tekleştirilmesi, gidip- gelme özgürlüğü, meslek özgürlüğü vb. gibi birkaç
burjuva reformu, öteki batı Avrupa ülkeleri burjuvaları tarafından, uzun
zamandan beri elde edilen şeylerin düzeyine bile erişmez ve başlıca afeti,
yani bürokratik yetkiler sistemini olduğu gibi bırakır. Kaldı ki
proletarya için, gidip-gelme özgürlüğü üzerindeki, yurttaşlık hakları
üzerindeki, pasaportların kaldırılması vb. üzerindeki bütün bu yasalar,
günlük polis uygulamaları yüzünden tamamen düşsel bir duruma
getirilmişlerdir.
1866 devlet
olaylarından çok daha önemli olan şey, Almanya'da sanayi ve ticaretin,
denizyolları, telgraf ve buharlı transatlantik denizciliğinin 1848'den
sonraki gelişmesidir. Bu ilerlemeler, aynı zaman parçası içinde
İngiltere'de ve hatta Fransa'da gerçekleştirilen ilerlemeler yanında ne
kadar küçük kalırlarsa kalsınlar, gene de Almanya için görülmemiş
ilerlemelerdir ve ona, bu yirmi yıl boyunca, başka bir dönemdeki yüzyılın
verdiğinden çok daha fazlasını vermişlerdir. Almanya dünya ticareti içine,
gerçekten ve geri dönülmez bir biçimde ancak şimdi sürüklenmiş bulunuyor.
Sanayicilerin sermayeleri hızla birikmiş ve bunun sonucu, burjuvazinin
toplumsal önemi artmıştır. Sınai gönencin (refahın) en sağlam belirtisi,
spekülasyon, bol bol çiçek açmakta ve kontlar ve dükler, onun zafer
arabasına zincirlenmiş bulunmaktadırlar. Alman sermayesi —yolu açık
olsun!— şimdi Rus ve Rumen demiryollarını yapıyor, oysa daha bundan 15 yıl
önce Alman demiryolları, İngiliz girişimcilerin desteğini dileniyordu.
Peki ama burjuvazi nasıl oldu da siyasal egemenliği de eline geçirmedi,
nasıl oldu da hükümet karşısında bu kadar korkakça davrandı?
Alman
burjuvazisinin, gözde Germen davranışı içinde bulunan, çok geç kalmak gibi
bir bahtsızlığı var. Gönenci, öteki batı Avrupa ülkeleri burjuvazisinin
siyasal bakımdan çökmeye yüz tuttuğu bir dönem ile düşümdeş. İngiltere'de
burjuvazi, kendi öz temsilcisi olan Bright'ı, sonuçları bakımından tüm
burjuva egemenliğine zorunlu olarak son verecek bir olay pahasına, seçim
hakkında bir genişleme pahasına, hükümete sokabildi. Sınıf olarak,
cumhuriyet döneminde, 1849 ve 1850'de, yalnızca iki yıl egemen olabildiği
Fransa'da burjuvazi, toplumsal varlığını ancak siyasal egemenliğini Louis
Bonaparte ile ordunun ellerine vererek uzatabildi. Ve Avrupa'nın en ileri
üç ülkesi arasındaki karşılıklı etki son derece artmış bulunduğu için,
bugün burjuvazinin siyasal iktidarını, bu iktidar İngiltere ve Fransa'da
daha şimdiden yitirilmiş bir duruma gelmişken, Almanya'da rahat rahat
kurabilmesi artık olanaklı değildir.
Burjuvaziyi daha
önce egemen olmuş tüm sınıflardan ayırdeden özellik şudur ki bu sınıfın
gelişmesinde, tüm egemenlik araçlarının, öyleyse en başta sermayelerinin
tüm artışının, onu siyasal egemenliğe gitgide daha elverişsiz bir duruma
getirmekten başka bir sonuç vermeyen bir dönüm noktası vardır. "Büyük
burjuvaların arkasında da proleterler var." Burjuvazi sanayisini,
ticaretini ve ulaştırma araçlarını geliştirdiği ölçüde, proletaryayı
doğurur. Ve —her yerde mutlaka aynı olamayan ve mutlaka aynı gelişme
derecesine erişmesi gerekmeyen— belli bir anda astarının, proletaryanın
kendisini hızla aştığını fark etmeye başlar. Bu andan başlayarak siyasal
egemenliğini tek başına sürdürme gücünü yitirir; koşullara göre iktidarını
paylaştığı ya da tamamen kendilerine bıraktığı bağlaşıklar arar.
Almanya'da bu
dönüm noktasına burjuvazi tarafından daha 1848'de erişilmişti. Ve işte o
anda Alman burjuvazisi, Alman proletaryasından çok Fransız
proletaryasından korkuya kapıldı. Paris'teki 1848 Haziran çarpışmaları
kendisini neyin beklediğini ona gösterdi. Alman proletaryası, aynı ürün
için tohumun Almanya'da da ekildiğini ona tanıtlayacak bir kaynaşma
içindeydi; ve o günden sonra da burjuvazinin siyasal eylemindeki sivrilik,
köreldi. Bağlaşıklar aradı, kendini onlara yok pahasına sattı — ve bugün,
tek adım ilerlemiş değil.
Bu bağlaşıkların
hepsi de gerici niteliktedir: ordusu ve bürokrasisi ile birlikte krallık,
büyük feodal soyluluk, önemsiz küçük toprak ağaları ve hatta papaz sürüsü.
Burjuvazi, salt o değerli postunu kurtarmak için, artık kendine
madrabazlık edecek hiçbir şey kalmayana dek, bütün bu kalabalık ile uyuştu
ve birleşti. Ve proletarya ne kadar gelişiyor, ne kadar kendi sınıf
niteliğini sezmeye, kendi sınıf bilinci ile davranmaya başlıyorsa,
burjuvazi de o kadar korkak bir duruma geliyordu. Prusyalıların son derece
kötü stratejisi, Sadova'da Avusturyalıların daha da kötü stratejisini
yendiği zaman, aslında Sadova'da kendisi de yenilmiş bulunan Prusya
burjuvasının mı, yoksa Avusturya burjuvasının mı daha rahat ve daha
sevinçli bir soluk aldığını söylemek, çok güçtü.
Bizim büyük
burjuvalarımız, 1870'te, tastamam orta burjuvaların 1525'te davrandıkları
gibi davranıyorlar. Küçük-burjuvalara, zanaatçılara ve dükkancılara
gelince, onlar da hep aynı kalacaklardır. Onlar büyük burjuvazi katına
yükselmeyi umar, proletarya içine düşmekten korkarlar. Korku ile umut
arasında, savaşım sırasında postlarını kurtaracak ve sonra da kazananla
birleşeceklerdir; onların özelliği budur.
Proletaryanın
siyasal ve toplumsal eylemi, 1848'den bu yana, sanayideki gelişme düzenini
izlemiştir. Alman işçilerinin bugün, sendikaları, kooperatifleri, siyasal
örgüt ve birlikleri içinde, seçimlerde ve sözümona Reichstag'da
oynadıkları rol, Almanya'nın şu son yirmi yılda farkına varmadan nasıl bir
dönüşüme uğradığını gösterir. Henüz ne Fransızlar, ne de İngilizler bu işi
başaramamışken, parlamentoya işçileri ve işçi temsilcilerini göndermeyi
başarmak, Alman işçilerinin, yalnızca onların en büyük övüncesidir.
Ama 1525 yılı ile
olan benzerlikten, henüz proletarya da kurtulmaz. Yalnızca ve tüm yaşamı
boyunca ücrete indirgenmiş sınıf, henüz Alman halkının çoğunluğunu
oluşturmaktan çok uzaktır. Öyleyse o da bağlaşıklar aramak zorundadır. Ve
bu bağlaşıklar da ancak küçük-burjuvalar, kentler lumpen-proletaryası,
küçük köylüler ve tarım gündelikçileri arasında bulunabilirler.
Küçük-burjuvalar'dan daha önce sözettik. Onlara ancak zaferden sonra
güvenilebilir ve o zaman da "meyhane"de kulakları patlatan zafer
çığlıkları atarlar. Gene de onlar arasında, işçilere kendiliklerinden
katılan çok iyi öğeler vardır.
Lumpen-proletarya,
bu karargahını büyük kentlerde kurmuş, bütün sınıflardan gelen en bozulmuş
bireyler tortusu, olanaklı tüm bağlaşıklar içinde en kötü olanıdır. Bu
ayaktakımı, tamamen satılık ve küstahtır. Fransız işçileri devrimler
sırasında, evlerin duvarına: "Hırsızlara ölüm!" yaftasını yapıştırdıkları
ve hatta bunlardan birçoğunu kurşuna dizdikleri zaman, bu işi kuşkusuz
mülkiyet aşklarından ötürü değil, ama her şeyden önce bu güruhtan
kurtulmanın gerektiği bilinci ile yaptılar. Bu serserileri savunucu olarak
kullanan, ya da bunlara dayanan her işçi önderi, yalnızca harekete ihanet
ettiğini kanıtlar.
Küçük köylüler
—çünkü büyükleri burjuvaziye katılır— çeşitli türlere ayrılırlar.
Bunlar ya soylu
efendileri için hâlâ angarya işler gören feodal köylüler'dir. — Burjuvazi
bu insanları serflikten kurtarma görevini yerine getiremedikten sonra
bunları, kurtuluşlarını artık yalnızca işçi sınıfından
bekleyebileceklerine inandırmak güç olmayacaktır.
Ya da
ortakçı-kiracılar (métayers). Bu durumda, genel olarak İrlanda'daki
ilişkilerin tıpkısı yürürlüktedir. Toprak kirası o kadar yüksektir ki,
ürün şöyle böyle olduğu zaman köylü ve ailesi ancak geçinebilir ve kötü
olduğu zaman açlıktan ölecek hale gelir, kiracı kirayı ödeyebilecek bir
durumda değildir ve tamamen toprak sahibinin bağımlılığı altına düşer ve
onun insafına kalır. Bu türlü insanlar için burjuvazi, ancak buna zorunlu
kaldığı zaman bir şey yapar. Öyleyse bunlar kurtuluşlarını işçilerden
başka kimden bekleyebilirler?
Geriye, kendi
toprak parçalarını işleyen köylüler kalır. Bunlar, çoğu kez ipoteklerden
öylesine bunalmışlardır ki, ortakçı-kiracı, toprak sahibine ne ölçüde
bağımlı ise, bunlar da tefeciye o ölçüde bağımlıdırlar. Bunlara da o
sefil, ve iyi ya da kötü hasada bağlı olduğu için kararsız ücretlerinden
başka bir şey kalmaz. Bunlar burjuvaziden, her ne olursa olsun, bütün
öteki kategorilerden daha da az bir şey bekleyebilirler, çünkü burjuvanın,
tefeci kapitalistin en çok ezdiği bunların ta kendisidir. Bununla birlikte
toprakları aslında kendilerine değil ama tefeciye ait olsa da bunlar, çoğu
kez topraklarına çok bağlıdır. Gene de bunlar, ancak halka bağlı bir
hükümet tüm ipotek borçlarını bir tek devlet borcuna dönüştüreceği ve
böylece faiz oranını düşüreceği zaman tefeciden kurtarılabileceklerine
inandırılabilirler. Ve bu işi de yalnızca işçi sınıfı gerçekleştirebilir.
Büyük ve orta
toprak mülkiyetinin egemen olduğu her yerde, ücretli tarım işçileri
kırlardaki en kalabalık sınıfı oluşturur. Tüm kuzey ve doğu Almanya'da bu
böyledir ve kent sanayi işçileri, en kalabalık doğal bağlaşıklarını işte
bu sınıfta bulur. Büyük toprak sahibi ya da büyük çiftlik kiracısı ile
tarım işçisi arasındaki ilişkiler, kapitalist ile sanayi işçisi arasındaki
ilişkilerin tıpkısıdır. Birine yardımcı olan önlemler, ötekine de yardımcı
olacaktır. Sanayi işçileri ancak ve ancak, burjuvaların sermayesini, yani
üretim için zorunlu hammaddeleri, makine ve aletleri, yiyecekleri,
toplumun mülkü, yani kendileri tarafından ortaklaşa kullanılan kendi
mülkleri durumuna dönüştürerek kurtulabilirler. Bunun gibi, tarım işçileri
de korkunç sefaletlerinden ancak ve ancak, her şeyden önce eğer başlıca
çalışma nesneleri olan toprak, büyük köylüler ile daha da büyük feodal
beylerin özel mülkiyetinden alınıp, toplumsal mülk durumuna dönüştürülür
ve tarım işçileri kooperatifleri tarafından kendi ortak hesaplarına
işlenirse, kurtulabileceklerdir. Ve burada, uluslararası Basle işçi
kongresinin,4 toprak mülkiyetini kolektif, ulusal mülkiyet durumuna
dönüştürmekte toplumun çıkarı olduğunu ilan eden ünlü kararı ile
karşılaşıyoruz. Bu karar, özellikle büyük toprak mülkiyetinin ve geniş
alanların bir tek efendi ve birçok ücretli ile işletilmesinin varolduğu
ülkeleri gözetiyordu. Oysa bu durum, genel olarak, her zaman Almanya'da
egemendir ve bu nedenle, sözkonusu karar, İngiltere'den sonra özellikle bu
ilke için uygun idi. Kır proletaryası, tarımsal ücretliler, hükümdarlar
ordularının, büyük bölümleri bakımından, kendisinden kuruldukları sınıfı
oluştururlar. Bu sınıf, genel oy hakkı gereğince, şimdi parlamentoya o
feodaller ve toprak ağaları sürüsünü yollayan sınıftır; ama aynı zamanda,
kent sanayi işçilerine en yakın olan, onlarla aynı yaşam koşullarını
paylaşan, onlarınkinden bile derin bir sefalet içinde bulunan sınıftır da.
Ufalanmış ve dağınık olduğu için, bu sınıf güçsüzdür; ama hükümet ve
aristokrasi onun gizli gücünü o kadar iyi bilirler ki, bu sınıfın bilgisiz
kalması için okulları kasten durgunluk içinde bırakırlar. Alman işçi
hareketinin en ivedi görevi, bu sınıfı canlandırmak ve onu kendi izinde
sürüklemektir. Tarım işçileri yığınının kendi öz çıkarlarını kavrayacağı
gün, Almanya'da gerici, feodal, bürokratik ya da burjuva bir hükümet
olanaksız olacaktır.
II
Yukardaki
satırlar, bundan dört yıldan çok bir zaman önce yazıldı; ama bugün de tüm
değerlerini koruyorlar. Sadova ve Almanya'nın bölüşülmesinden sonra doğru
olan şey, Sedan ve Kutsal Alman Prusya imparatorluğunun5 kurulmasından
sonra da doğrulanmış bulunuyor. Sözümona büyük siyasetin "dünyayı sarsan"
olaylarının, tarihsel hareketin yönü üzerinde yapabildikleri değişiklikler
o kadar küçük ki!
Buna karşılık, bu
dramatik olayların yapabildikleri şey, bu hareketin hızını artırmak
olmuştur. Ve bu bakımdan, yukardaki "dünyayı sarsan olaylar"ın
yaratıcıları, istemeyerek, herhalde hiç de dilemedikleri, ama ister
istemez katlanmak zorunda kaldıkları başarılar kazanmışlardır.
1866 savaşı eski
Prusya'yı, daha o zamandan en derin temellerine kadar sarsmıştı. 1848'den
sonra, batı eyaletlerinin başkaldırmış —burjuva olduğu kadar proleter—
sanayi öğelerini eski disiplin altına almak için çok güçlük çekildi; ama
başarıldı ve doğu eyaletleri toprak ağalarının çıkarları ile ordunun
çıkarları, devlet içinde yeni baştan egemen oldu.
1866'da hemen tüm
kuzey-batı Almanya Prusyalı oldu. Tanrısal hukuka dayanan Prusya tacının,
gene tanrısal hukuka dayanan öteki üç tacı oburca yutarak kendi kendine
verdiği onarılmaz tinsel zarar bir yana bırakılırsa, krallığın ağırlık
merkezi o zaman önemli ölçüde batıya kaydı. Beş milyon Renanyalı ve
Vestfalyalı, kuzey Almanya konfederasyonunun ilhak ettiği Almanların önce
dört milyonu tarafından doğrudan doğruya, sonra da altı milyonu tarafından
dolaylı bir biçimde güçlendirildi. Ve 1870'te, bunlara sekiz milyon
güney-batılı Alman daha eklendi, öyle ki bundan böyle, "yeni imparatorluk"
içinde, (aralarında ayrıca 2 milyon da Polonyalı bulunan Elbe'nin
doğusundaki altı eyaletin) 14,5 milyon eski Prusyalısı ile toprak
ağalarının Prusya türü katılaşmış feodalizminden uzun zamandan beri
kurtulmuş 25 milyon, karşı karşıya gelmiş bulunuyorlardı. Böylece, Prusya
devlet yapısının tüm temellerini sarsan şey, Prusya ordusunun zaferlerinin
ta kendisidir; toprak ağalarının egemenliği, hükümet için bile gitgide
çekilmez bir duruma geldi. Ama aynı zamanda, son derece hızlı sınai
gelişme, toprak ağaları ile burjuvalar arasındaki savaşımın yerine,
burjuvalar ile işçiler arasındaki savaşımı geçirmişti, öyle ki eski
devletin toplumsal temelleri içerde de tam bir altüst oluşa uğradı.
1840'tan sonra yavaş yavaş dağılan krallığın temel varlık koşulu, soyluluk
ile burjuvazi arasındaki savaşımdı, krallık bu savaşım içinde dengeyi
sağlıyordu; artık soyluluğu burjuvazinin baskısına değil, ama tüm varlıklı
sınıfları işçi sınıfının baskısına karşı korumanın önem kazandığı andan
başlayarak, eski salt krallık, özel olarak bu erekle hazırlanmış devlet
biçimi olan bonapartçı krallığa dönüşmek zorunda kaldı. Prusya'nın bu
bonapartçılığa geçişini bir başka yerde (Konut Sorunu, 2. fasikül, s. 26
vd.) çözümledim.6 Orada belirtmediğim, ama burada son derece önemli olan
şey şudur ki bu geçiş, Prusya'nın 1848'den sonra ileriye doğru attığı en
büyük adım olmuştur — Prusya, modern gelişmenin bu derecede gerisinde
kalmıştı. Prusya henüz yarı-feodal bir devletti; oysa bonapartçılık, ne
olursa olsun, feodalizmin ortadan kaldırılmasına dayanan modern bir devlet
biçimidir. Öyleyse Prusya, birçok feodalite kalıntısının işini bitirmeye,
toprak ağalarını, toprak ağaları olarak gözden çıkarmaya karar vermelidir.
Elbette bu iş, en hafifletilmiş biçimler altında ve: "Erişir menzili
maksuduna aheste giden" atasözüne göre olur. Örneğin, o ünlü bölgeler
örgütlenmesinde böyle oldu. Toprak ağasının, kendi toprağı üzerindeki
feodal ayrıcalıkları kaldırılır, ama bu iş bu ayrıcalıkları, büyük toprak
sahiplerinin tümünün tüm bölge üzerindeki ayrıcalıkları olarak yeniden
yürürlüğe koymak için yapılır. Ayrıcalık, ayrıcalık olarak kalır, yalnızca
feodal lehçeden burjuva ağzına çevrilir. Katılaşmış Prusyalı tipi toprak
ağası, zorla, İngiliz Squire'ına benzer bir şey durumuna dönüştürülür: Ve
öyle karşı gelmeye de pek bir gereksinme duyulmadı çünkü biri ne kadar
budala ise öteki de o kadar budaladır.
Demek ki
Prusya'nın tuhaf yazgısı, onun 1808-1813'te başlamış ve 1848'de de az
biraz sürdürmüş bulunduğu burjuva devrimini, bu yüzyılın sonuna doğru,
gönül açıcı bonapartçılık biçimi altında tamamlamasını istedi. Ve her şey
iyi gider, eğer dünya uslu uslu olduğu yerde kalır ve eğer hepimiz uzun
yıllar yaşarsak, belki de 1900'de, Prusya hükümetinin tüm feodal kurumları
gerçekten kaldırdığını ve en sonunda Prusya'nın, Fransa'nın 1792'de
bulunduğu noktaya vardığını görebiliriz.
Feodalizmin
kaldırılışı, eğer düşüncemizi olumlu bir biçimde söylemek istersek,
burjuva düzeninin kuruluşu anlamına gelir. Aristokratik ayrıcalıklar
yürürlükten kalktıkça, mevzuat burjuva bir nitelik kazanır. Ve burada,
Alman burjuvazisi ile hükümet arasındaki ilişkilerin tam da üstüne
basıyoruz. Hükümetin bu ağır aksak ve ufak tefek reformları yapmak zorunda
kaldığını gördük. Ama o, burjuvaziye, bu küçük ödünlerden her birini
burjuvalara yapılmış bir özveri olarak, taçtan büyük güçlüklerle
kopartılmış, buna karşı burjuvaların da hükümete bir şey vermesi gereken
bir ödün olarak gösterdi. Ve burjuvalar da, bu işin içyüzünü çok iyi
bildikleri halde, yutturmacayı kabul ettiler. Berlin'de, Reichstag ve
meclisteki tüm tartışmaların temelinde yatan o sessiz uzlaşmanın nedeni
budur: Bir yandan hükümet, salyangoz gidişi ile yasaları burjuvazinin
çıkarları yönünde değiştirir; sanayinin gelişmesi karşısına, feodalite ve
küçük devletlerin partikülarizmi tarafından çıkarılan engelleri yok eder;
para, ağırlık ve uzunluk ölçülerinin birliğini sağlar; meslek ve dolaşım
özgürlüğünü gerçekleştirerek, Almanya'nın işgücünü, tam ve sınırsız bir
biçimde sermayenin emrine verir; ticaret ve spekülasyonu kayırır; öte
yandan burjuvazi, tüm gerçek siyasal iktidarı hükümete bırakır; vergileri
ve devlet borçlarını onaylar; ona asker verir ve yeni reformlara yasal bir
biçim vermek için ona yardım eder, öyle ki eski polis iktidarı, güvenilmez
kimselere karşı tüm gücünü korur. Burjuvazi, kerteli toplumsal
kurtuluşunu, kendi öz siyasi iktidarından hemen vazgeçme pahasına satın
alır. Elbette, böylesine bir uzlaşmayı burjuvazi için kabul edilebilir bir
duruma getiren baş neden, hükümet korkusu değil proletarya korkusudur.
Bizim burjuvazinin
siyasal alandaki görünüşleri ne kadar içler acısı olursa olsun, sınai ve
ticari bakımdan ödevini yerine getirdiği yadsınamaz. Sanayi ve ticaretin,
bu yapıtın ikinci baskısının girişinde belirtmiş bulunduğumuz yükselişi, o
zamandan beri daha da büyük bir güçle gelişti. Bu bakımdan, 1869'dan bu
yana, Ren-Vestfalya sanayi bölgesinde olup bitenler, Almanya için
gerçekten görülmemiş şeylerdir ve bu yüzyılın başında İngiltere fabrika
bölgelerinde görülen hızlı gelişmeyi anımsatır. Ve Saksonya ve
Yukarı-Silezya'da, Berlin'de, Hanover ve liman kentlerinde de aynı şey
olacaktır. En sonunda bir dünya ticaretimiz, gerçekten büyük bir
sanayimiz, gerçekten modern bir burjuvazimiz var; buna karşılık gerçek bir
batkıya (krach) uğradık7 ve gerçek, güçlü bir proletaryaya da sahip
bulunuyoruz.
Geleceğin
tarihçisi için Spickeren, Mars-la-Tour ve Sedan toplarının gürlemesi ve
bunların tüm sonucu, 1869-1874 Almanyası'nın tarihinde, Alman
proletaryasının iddiasız, dingin, ama kesintisiz gelişmesinden çok daha az
önem taşıyacaktır. Daha 1870'te, Alman işçileri çetin bir sınamadan
geçtiler: bonapartçı savaş kışkırtıcılığı ve bunun doğal sonucu:
Almanya'daki genel ulusal coşku. Sosyalist Alman işçileri bir an bile
şaşkınlığa kapılmadılar. En küçük bir ulusal şovenlik göstermediler. En
çılgın zafer sarhoşlukları ortasında, ölçülü kaldılar, "Fransız
cumhuriyeti ile denksever ve ilhaksız bir barış" istediler ve sıkıyönetim
bile onları susturamadı. Ne savaşların övüncünden, ne de "Alman
imparatorluğunun göz kamaştırıcılığı" üzerindeki gevezeliklerden
etkilendiler; tek erekleri, tüm Avrupa proletaryasının kurtuluşu olarak
kaldı. Başka hiçbir ülke işçilerinin şimdiye kadar, bu kadar ağır, bu
kadar parlak bir sınamadan geçmemiş oldukları söylenebilir.
Savaş zamanının
sıkıyönetimini, barış zamanının yurt ihaneti, görevlilere karşı ağır suç
ve saldırı davaları, sonra da durmadan artan polis sıkıcılıkları izledi.
Volksstaat'ın8 üç-dört yazarı, genel kural olarak, aynı zamanda hapiste
bulunuyordu, öteki gazetelerde de, orantılı olarak, durum bunun
tıpkısıydı. Partinin biraz tanınmış her sözeni (hatip), yılda en az bir
kez, hemen her zaman suçluluk kararı aldığı mahkemeler karşısına
çıkıyordu. Sürgünler, zoralımlar, toplantıların dağıtılması, dolu gibi
yağıyordu; ama hepsi boşuna. Tutuklanan ya da sürülen her militanın yeri
bir başkası tarafından dolduruluyordu; bozulan her toplantı yerine, iki
başka toplantı isteniyordu; polisin keyfe bağlı yönetimi, dayanma ve
yasalara sıkı sıkıya uyma aracıyla hafifletilerek, alt edildi. Tüm
kıyıcılıklar, gözetilen ereğe karşıt bir sonuç verdiler; işçi partisini
yıkmak ya da yalnızca boyun eğdirmek şöyle dursun, bu kıyıcılıklar
tersine, ona durmadan yeni üyeler kazandırıp parti örgütünü
güçlendirdiler. Bireysel olarak burjuvalara karşı olduğu gibi, yetkelere
(otoritelere) karşı savaşımlarında da işçiler, her yerde, kafaca ve
ahlakça onlardan üstün göründüler ve özellikle "işverenler"i ile olan
çatışmalarında, şimdi onların, yani işçilerin kültürlü insanlar, oysa
kapitalistlerin ise kaba saba kimseler olduklarını kanıtladılar. Ve
bununla birlikte savaşımlarını, davalarından ne kadar emin ve
üstünlüklerinin ne kadar bilincinde olduklarını gösteren bir mizah duygusu
ile yürütüyorlardı. Tarihsel olarak hazırlanmış bir alan üzerinde,
böylesine yürütülen bir savaşım, büyük sonuçlar vermeli. Ocak
seçimlerinde9 sağlanan başarılar, modern işçi hareketi tarihinde bugüne
kadar eşine raslanmayan başarılardır ve tüm Avrupa'da uyandırdıkları
şaşkınlık tamamen yerinde idi.
Alman işçilerin,
öteki Avrupa işçilerine göre başlıca iki üstünlüğü var. Birincisi, Alman
işçiler, Avrupa'nın teorisyen halkına mensupturlar; üstelik, sözümona
"kültürlü" Almanya'da iyiden iyiye yitip gitmiş olan teorik anlayışı
korumuşlardır. Eğer daha önce Alman felsefesi, hele Hegel felsefesi
olmasaydı, Alman bilimsel sosyalizmi —olmuş olacak tek bilimsel sosyalizm—
hiçbir zaman kurulamazdı. İşçilerin teorik anlayışı olmasaydı, onlar bu
bilimsel sosyalizmi hiçbir zaman özümlemiş oldukları derecede
özümleyemezlerdi. Ve bu üstünlüğün ne kadar büyük bir üstünlük olduğunu,
bir yandan, her türlü teoriye karşı, çeşitli sendikaların kusursuz
örgütlenişine rağmen, İngiliz işçi hareketinin pek bir ilerleme
göstermemesinin başlıca nedenlerinden biri olan kayıtsızlık, ve öte yandan
da prudonculuk tarafından, ilk biçimi içinde Fransızlar ve Belçikalılarda,
sonradan, Bakunin eliyle karikatürleştirilmiş biçimi içinde İspanyol ve
İtalyanlarda yaratılan anlaşmazlık ve karışıklık tanıtlar.
İkinci üstünlük,
Almanların işçi hareketine, zaman bakımından aşağı yukarı en son gelmiş
olmalarıdır. Tıpkı teorik Alman sosyalizminin, doktrinlerinin tüm fantezi
ve ütopyalarına karşın, bütün zamanların en büyük kafaları arasında
sayılan ve bugün doğruluklarını bilimsel olarak tanıtladığımız birçok
düşünleri öncelemiş bulunan üç adamın, Saint-Simon, Fourier ve Owen'ın
omuzları üzerinde yükseldiğini hiçbir zaman unutmayacağı gibi, pratik
Alman işçi hareketi de İngiliz ve Fransız [işçi –ç.] hareketinin omuzları
üzerinde geliştiğini, onların pahalıya edinilmiş deneylerinden yalnızca
yararlanıp, şimdi o zaman çoğu kaçınılmaz olan yanılgılarından
kaçınılabildiğini hiçbir zaman unutmamalıdır. İngiliz trade-unionları ile
Fransız siyasal işçi savaşımlarının geçmişi olmasaydı, hele Paris Komünü
tarafından verilen devsel atılım olmasaydı, bugün hareketin neresinde
olurduk?
Alman işçilerinin,
durumlarının üstünlüklerinden az görülür bir zeyreklikle yararlanmasını
bildiklerini kabul etmek gerek. Bir işçi hareketi varolalı beri savaşım,
ilk kez olarak teorik, siyasal ve pratik iktisadi (kapitalistlere karşı
direnç) üç yönü içinde uyum, bağlantı ve yöntem ile yürütülmüştür. Alman
[işçi –ç.] hareketinin yenilmez gücü işte, deyim yerindeyse, bu
tekmerkezli (concentrique) saldırıdadır.
Bir yandan
elverişli konumları nedeniyle, öte yandan İngiliz [işçi –ç.] hareketinin
adasal özellikleri ve Fransız [işçi –ç.] hareketinin zorla bastırılması
sonucu Alman işçiler, şimdilik proleter savaşımın ön safında yer almış
bulunuyorlar. Olayların bu şeref yerini ne kadar zaman onlara bırakacağı
önceden söylenemez. Ama bu yeri tuttukları sürece, görevlerini gerektiği
gibi yerine getireceklerdir, bunu ummak gerek... Bunun için, tüm savaşım
ve ajitasyon alanlarındaki çabalarını bir kat daha artırmalıdırlar.
Önderlerin ödevi, özellikle, bütün teorik sorunlar üzerinde gitgide daha
çok bilgi edinmek, günü geçmiş dünya görüşlerinin geleneksel
lakırdılarının etkisinden kendilerini gitgide daha çok kurtarmak ve
sosyalizmin bir bilim durumuna geldiğinden bu yana, bir bilim olarak
yürütülmek, yani irdelenmek istediğini hiç mi hiç unutmamak olacaktır.
Buna göre, böylece kazanılan gitgide daha açık görüşleri, işçi yığınları
arasında artan bir çabayla yaymak ve parti ve sendikalar örgütünü gitgide
daha güçlü bir biçimde sağlamlaştırmak önem kazanacaktır. Ocak ayında
verilen sosyalist oylar, her ne kadar daha şimdiden oldukça güzel bir
orduyu temsil ediyorlarsa da, henüz Alman işçi sınıfının çoğunluğunu
oluşturmaktan çok uzaktırlar; ve kır nüfusu arasındaki propagandanın
başarıları ne kadar yüreklendirici olursa olsun, özellikle bu alanda
yapılacak daha çok şey kalıyor. Yani savaşmayı gevşetmek sözkonusu değil;
tersine, bir kent arkasından bir başka kenti, bir seçim çevresi arkasından
bir başka seçim çevresini düşmanın elinden söküp almak gerek; ama, her
şeyden önce hiçbir yurtsever şovenlik kabul etmeyen ve hangi ulustan
gelirse gelsin, proleter hareketin her yeni ilerleyişini sevinçle
selamlayan gerçek enternasyonal anlayışı korumak sözkonusu. Eğer Alman
işçileri böyle davranmakta devam ederlerse, hareketin başında
yürüyeceklerdir demiyorum, —yalnızca herhangi bir ulus işçilerinin
hareketin başında yürümeleri hareketin yararına değildir— ama savaş
çizgisi üzerinde şerefli bir yer tutacaklar ve hesapta olmayan ağır
sınavlar ya da büyük olaylar, onlardan daha çok cesaret, daha çok karar ve
daha çok erke istediği zaman, pusatlanmış ve hazır olacaklardır.
Londra, 1 Temmuz
1874
FRİEDRİCH ENGELS
|