|
KARL MARX
EKONOMİ POLİTİĞİN ELEŞTİRİSİNE KATKI
KARL
MARX'IN "EKONOMİ POLİTİĞİN
ELEŞTİRİSİ"
FRİEDRİCH
ENGELS
I
Bütün bilim alanlarında,
Almanlar, uzun zamandan beri, öteki uygar uluslarla boy ölçüşebildiklerini
ve birçok alanlarda da onlardan daha üstün olduklarını tanıtlamışlardır.
Yalnızca bir bilimin doruğunda herhangi bir Alman adına raslanmıyordu:
ekonomi politik. Bunun nedeni basittir. Ekonomi politik, çağdaş burjuva
toplumun teorik tahlilidir ve bu bakımdan gelişmiş burjuva koşullarını
varsayar, ki bu koşullar, Almanya'da, Reform ve Köylü savaşlarından beri
ve özellikle Otuz Yıl savaşından beri, yüzyıllar boyunca
gerçekleşmemiştir. Hollanda'nın İmparatorluktan ayrılması, Almanya'yı,
dünya ticaretinden ayırdı ve daha başından onun sanayi gelişmesini en
kısır boyutlara indirdi; ve Almanlar, iç savaşların yıkımından zorlukla
kurtulup yavaş yavaş kendilerine gelirken, her küçük prensliğin ve
imparatorluk baronunun tabilerinin sanayiini bağımlı kıldığı gümrük
duvarlarına karşı ve insafsız ticari yönetmeliklere karşı, hiç bir zaman
pek yüksek olmayan medeni enerjileriyle direndikleri bir sırada, Almanya
kentleri lonca ve soylu baskısı altında hareketsizlik ve kısırlık içinde
kıvranıp iflasa sürüklenirken, bu sırada, Hollanda, İngiltere ve Fransa,
dünya ticaretinde başa geçiyorlar, sömürge üstüne sömürge ediniyorlar ve,
kömür ve demir madeni yataklarına bütün değerlerini kazandıracak olan
buhar sayesinde, İngiltere'nin ensonu modern burjuva gelişmesinin başına
geçtiği ana kadar, imalat sanayiini, en yüksek bir açılıp gelişme düzeyine
ulaştırıyorlardı. Ama 1830'a kadar Almanya'nın maddi burjuva gelişmesini
engelleyen o gülünç derecede eskimiş ortaçağ kalıntılarına karşı savaşım
vermek gerektiği sürece, bir Alman ekonomi politiği olamazdı. Almanlar,
ancak Zollverein kurulduktan sonra, ekonomi politiği anlayacak duruma
geldiler. Bundan sonra gerçekten Alman burjuvazisine büyük çıkarlar
sağlayan İngiliz ve Fransız ekonomisinin ithali başladı. Kısa bir zaman
sonra bilginler ve bürokrasi âlemi, ithal olunan bu malzemeyi ele aldılar
ve onu, "Alman ruhunun" hiç de lehine olmayan bir tarzda işlediler. Yazı
yazma meraklısı kodaman sanayicilerden, tüccarlardan, ağzı kalabalık
gevezelerden ve bürokratlardan meydana gelen karmakarışık halitadan öyle
bir Alman iktisat yazını meydana geldi ki, yavanlık, kofluk, ukalalık ve
intihal bakımından onunla ancak Alman romancılığı boy ölçüşebilir. Pratik
amaçlar güden kimseler arasında, ilkönce sanayicilerin himayeci ekolü
kuruldu, ki bunlar arasında List, şanlı yapıtı, Kıta ablukası sisteminin
ilk teorisyeni olan Fransız Ferrier'den kopya edilmiş olmasına karşın,
gene de Alman burjuva iktisat yazının en değerli yapıtını meydana getirmiş
olan bir otorite sayılmaktadır. Bu eğilim karşısında 1840 ila 1850
yıllarında çocukça ama çıkarlarına uygun bir inançla İngiliz
Freetrader'lerinin iddialarını kekeleyerek yineleyen Baltık eyaletleri
tüccarlarının serbest değişimci ekolü kuruldu. Ve en sonu iktisat dersinin
teorik yanını inceleme görevini yüklenmiş olan okul bilgiçleri ve
bürokratlar arasında, Bay Rau gibi eleştirici zihniyetten yoksun kupkuru
bitki koleksiyoncuları, Bay Stein gibi bilgin edasına bürünerek yabancı
fikirleri sindirilmemiş bir Hegel argosuna çeviren spekülatörler, ya da
Bay Riehl gibi "kültür tarihi" tarlasında başak döküntülerini toplayanlar
vardı. Sonunda bütün bundan çıkan şey kameralistik denen devlet memuru
sınavlarını geçebilmek için, her hukuk mezununun bilmesi gereken cinsten
ve birbirini tutmayan birçok şeyden meydana gelmiş ve üzerinde eklektik
bir ekonomik salça gezdirilmiş bir lapaydı.
Almanya'da burjuvazi, okul
bilgiçleri ve bürokrasi, İngiliz-Fransız ekonomisinin en ilkel bilgilerini
dokunulmaz dogmalar olarak ezberlemeye ve bunlardan bir anlam çıkarmaya
çalışırken, Alman proleter partisi sahneye çıkıyordu. Bu partinin teori
olarak nesi varsa, ekonomi politiğin incelenmesinin sonucuydu, ve o
sahneye çıktığı andan başlayarak, bağımsız Alman iktisat bilimi de doğmuş
oldu. Bu Alman ekonomisi, esasında, tarihin materyalist anlayışına
dayanır, ki bunun başlıca çizgileri, yukarda belirtilen yapıtın önsözünde
kısaca açıklanmıştır. Bu önsöz, öz olarak, Das Volk'ta yayınlanmıştır ve
okur oraya başvurabilir. Yalnızca iktisat için değil bütün tarih bilimleri
için (ve doğa bilimleri olmayan bütün bilimler, tarih bilimleridir) devrim
yaratan keşif şu tümceyle özetlenebilir:
"Maddi hayatın üretim tarzı,
genel olarak, toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini
koşullandırır."
Tarihte toplumun ve devletin
bütün ilişkilerini, bütün dinsel ve hukuki sistemleri, ortaya atılan bütün
teorik görüşleri, ancak bunlara tekabül eden çağlardaki maddi hayat
koşulları anlaşılırsa ve bu birinciler, maddi koşullardan tümdengelim
yoluyla çıkarılırsa, anlamak mümkündür.
"İnsanların varlığını
belirleyen şey, bilinçleri değildir: tam tersine, onların bilincini
belirleyen, toplumsal varlıklarıdır."
Bu fikir o kadar yalındır ki,
kafası idealist önyargılarla doldurulmamış herhangi bir kimse için apaçık
bir şeydir. Ama bu, yalnızca teori için değil, pratik için de, tamamen
devrimci sonuçlar verir:
"Gelişmelerinin belirli bir
aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket
ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden
başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici
güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri
haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi
temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst
eder. ... Burjuva üretim ilişkileri, toplumsal üretim sürecinin en son
uzlaşmaz karşıtlıktaki biçimidir — bireysel bir karşıtlık anlamında değil,
bireylerin toplumsal varlık koşullarından doğan bir karşıtlık anlamında;
bununla birlikte, burjuva toplumun bağrında gelişen üretici güçler, aynı
zamanda, bu karşıtlığı çözüme bağlayacak olan maddi koşulları yaratırlar."
Demek ki, materyalist
tezimizi izlemeye devam ettiğimiz ve onu bugüne uyguladığımız anda,
muazzam bir devrimin bütün çağların en büyük devriminin perspektifleri
gözümüzün önünde açılmaktadır.
Ama, yakından bakıldığında,
insanların bilincinin onların varlığına bağımlı olduğu ve bunun tersinin
doğru olmadığı şeklindeki görünüşte bu kadar yalın bir fikir, daha ilk
sonuçlarıyla, üstü en örtülü olanı dahil her türlü idealizm ile doğrudan
doğruya cepheden çatışır. Bu görüş, tarihsel nitelik taşıyan bütün
geleneksel ve alışılagelmiş kavramları reddeder. Bütün o geleneksel
siyasal muhakeme tarzı yoktur; burjuva ulusçuluğunun savunucuları, böyle
onur kırıcı bir dünya anlayışının karşısında öfke ile dikilirler. Onun
için yeni görüş tarzı, yalnızca burjuvazinin temsilcilerinin değil,
özgürlük, eşitlik, kardeşlik, sihirli formülü ile dünyayı ayaklandırmak
isteyen Fransız sosyalistlerinin kitlesi üzerinde de şok tesiri yapıyor.
Ama asıl küplere binen Almanya'nın kaba demokrat yaygaracıları oldu. Ama
gene de bunlar, çalıntı yoluyla, yeni fikirleri, az rastlanır bir anlayış
yeteneksizliği ile istismar etmeye kalkıştılar.
Tek bir tarihsel örnek
üzerinde olsa bile, materyalist anlayışın geliştirilmesi, yıllar süren
dingin bir bilimsel çalışmayı gerektirirdi, çünkü besbelli ki, burada,
basit tümcelerle bir sonuç almak mümkün değildir ve böyle bir sorunu
çözüme bağlayabilmek için, eleştirici bir tarzda ayıklanmış ve tam bir
ustalıkla kavranmış büyük bir tarihsel malzeme kitlesi gereklidir. Şubat
devrimi, partimizi, politika sahnesine çıkardı ve böylelikle onun salt
bilimsel amaçlarla eylemi olanaksız hale geldi. Bununla birlikte, temel
anlayışı partinin bütün yayınları içinde bir kılavuz olarak arayıp bulmak
mümkündür. Bütün bu yayınların içinde, her özel durumda, eylemin, daima,
doğrudan doğruya maddi dürtülerden nasıl doğduğu, eyleme eşlik eden
sözlerden değil de, tersine, tıpkı siyasal eylem ve onun sonuçları gibi,
siyasal ve hukuki sözlerin maddi dürtülerden nasıl çıkarıldığı
gösterilmiştir.
1848-49 devriminin yenilgiye
uğramasından sonra, Almanya'daki hareketi dışardan etkilemek gittikçe
olanaksızlaşınca, partimiz, muhaceretin o hileli davalarını, mümkün olan
biricik eylem alanında, vülger demokrasiye bıraktı. Muhaceretin
temsilcileri, bir gün saçsaça başbaşa gelerek, ertesi gün öpüşüp
koklaşarak, daha ertesi gün de bütün kirli çamaşırlarını dünyanın gözü
önünde yıkamaya kalkarak mutluluk içinde didişirlerken, Amerika'da bir
uçtan bir uca dilendikten sonra hemen ardından elde edilen birkaç talerin
üleşilmesinde yeni skandallar yaratırlarken, partimiz, bilimsel çalışma
için biraz zaman bulabildi. Ve partimizin işlenmesi büyük emekler
gerektirecek olan bir teorik temele, yeni bir bilimsel anlayışa sahip
olmak gibi bir üstünlüğü vardı; muhaceretin "büyük adamları" kadar
aşağılara düşmemek için, bu kadarı yeterdi.
Sözkonusu bilimsel
çalışmaların ilk ürünü, bu kitaptır.
II
Böyle bir yapıtta, iktisadın
birbirinden tecrit edilmiş bölümlerinin eleştirisi, tartışma konusu olan
şu ya da bu iktisadi sorunun ayrı olarak incelenmesi sözkonusu olamaz.
Yapıt, tersine, iktisat biliminin bütün çapraşıklığıyla sistema-tik
sentezine varmayı, burjuva üretimin ve değişimin yasalarının tutarlı bir
incelemesini amaç edinmektedir. Burjuva iktisatçıları, bu yasaların
yorumcusu ve savunucusundan başka bir şey olmadıklarına göre, bu inceleme,
aynı zamanda, bütün iktisadi yazının da bir eleştirisidir.
Hegel'in ölümünden beri bir
bilimi kendi iç bağlantıları içinde inceleyip geliştirmeye girişilmedi.
Resmî hegelci okul, ustanın diyalektiğinin ancak en basit yöntemlerinin
kullanılmasını benimsemişti ve bunu da çok defa gülünç bir beceriksizlikle
uyguluyordu. Hegel'den bu okula kalan bütün miras, her konunun suni olarak
inşa edilmesine yarayan basit bir rutinden, olumlu fikir ve bilgilerin
yokluğunu gidermekten, yani yer doldurmaktan, sözcük ve üslup oyunlarından
ibaretti. Böylece öyle bir noktaya varıldı ki, Bonn'lu bir profesörün
dediği gibi, bu hegelciler, hiçbirşeyi anlamadıkları halde, her şey
üzerinde yazabiliyorlardı. Ve gerçekten de öyleydi. Bununla birlikte, bu
baylar, kendi kendilerini beğenmişliklerine karşın, gene de
zayıflıklarının öylesine bilinciydekiler ki, büyük görevlerden mümkün
olduğu kadar uzak duruyorlardı; eski bilgiçlik bilimi, olumlu bilgisinin
üstünlüğü sayesinde, kendi alanında hükümrandı; ve en sonu Feuerbach,
kurgul düşüncenin değersizliğini açıkladığı zaman, aşırı Hegel hayranlığı
yavaş yavaş yok oldu ve sanıldı ki, sabit kategorileriyle eski metafiziğin
bilimde egemenliği yeniden başlayacaktır.
Bu durumun elbette bir nedeni
vardı. Salt lafazanlıklar içinde kaybolan Hegel mirasçılarının düzenini,
doğal olarak, bilimin olumlu yanının biçimsel yanına üstünlük sağladığı
bir dönem izledi. Ama aynı zamanda, Almanya, olağanüstü bir enerjiyle,
1848'den bu yana meydana gelen güçlü burjuva gelişmesine uygun olarak doğa
bilimlerine sarıldı; ve spekülatif eğilimin hiç bir zaman etkili olamadığı
bu bilimler moda olunca, Wolff'un en aşırı yavanlıkları dahil, eski
metafizik düşünce tarzı da yeniden yaygınlaştı. Hegel artık unutulmuştu,
doğa bilimlerinde yeni materyalizm gelişti, ki ilkesel olarak bu, 18.
yüzyıl doğa bilimleri materyalizminden pek az farklıdır ve birincinin
ikinciye üstünlüğü, yalnızca özellikle kimya ve fizyoloji alanlarında
çoğunlukla daha zengin bilimsel malzemeye sahip olmasındandır. Burada
Büchner ve Vogt'ta ve hatta bağnaz foyerbahçı geçinen ve en basit
kategorilerde en eğlendirici bir biçimde kendi kendini mat eden
Moleschott'ta bile, en aşırı yavanlığa kadar yinelenen Kant-öncesi dönemin
dargörüşlü burjuva düşünüş tarzını bulmaktayız. Burjuva sağduyusunun sakat
beygiri, varlığı olaydan, nedeni sonuçtan ayıran çukur önünde, elbette ki,
ne yapacağını bilmeyerek durur kalır; ama insan, soyut düşüncenin
engebelerle dolu alanında dörtnala at sürüp avlanmaya çıktığı zaman, kötü
bir beygire binmemeye dikkat etmelidir.
Demek ki, burada kendiliğinde
ekonomi politikle bir ilişiği olmayan başka bir sorunun çözümüyle karşı
karşıyayız. Bilimi nasıl ele alacağız? Bir yanda, Hegel'in bıraktığı
yerde duran tamamen soyut "kurgul" biçimde hegelci diyalektik vardı; öte
yanda, burjuva iktisatçılarının, bağlantısı ve fikir silsilesi olmayan o
koca kitaplarını yazarken dayanmış oldukları yeniden moda olmuş Wolff
tarzı, özünde metafizik yöntem vardı. Bu ikincisi, Kant tarafından ve
özellikle Hegel tarafından teorik bakımdan öylesine yıkılmıştı ki,
pratikte, varlığını sürdürmesi, ancak tembellikten ve bir başka yalın
yöntemin yokluğundan ötürü olabilirdi. Öte yandan, Hegel yöntemi, mevcut
şekliyle, kesin olarak kullanılamazdı. Bu yöntem, özünde, idealistti ve
burada sözkonusu olan, bütün daha önceki dünyaya anlayış tarzlarından daha
materyalist olan bir anlayış tarzının geliştirilmesiydi. Hegel yöntemi,
salt fikirden hareket ediyordu. Burada ise, en inatçı gerçeklerden hareket
etmek zorunluluğu vardı. Kendi itirafıyla "hiçten gelen ve hiçle hiçe
giden" bir yöntem, bu biçimiyle hiçbir işe yaramazdı. Bununla birlikte, bu
yöntem, hiç değilse dayanılabilecek olan elde mevcut bütün mantıki
malzemenin biricik parçasıydı. Onu eleştirmemişlerdi, böyle bir işin
üstesinden gelememişlerdi. Büyük diyalektikçinin hasımlarından hiçbiri,
onun heybetli yapısında bir yarık meydana getirememişti; ve bu yöntem,
hegelci okul ondan yararlanmasını bilmediği için yokolup gitmişti. Demek
ki, yapılacak şey, her şeyden önce, Hegel'in yöntemini kesin bir
eleştiriye tabi tutmaktı.
Hegel'in düşünce tarzını
bütün öteki filozofların düşünce tarzından ayırdeden şey, bu düşünce
tarzının temelini oluşturan o muazzam tarihsel anlamdı. Biçim ne kadar
soyut ve ne kadar idealistçe olursa olsun, düşüncesinin geliştirilmesi,
gene de her zaman dünya tarihinin gelişmesine paralel düşüyordu, ve bu
dünya tarihi, sorunun özünü tam olarak ifade etmek gerekirse, onun
düşüncesinin mihenk taşı olmalıdır. Böylelikle tam ve doğru ilişki,
tersine, başaşağı döndürülüyorsa da, bu düşüncenin gerçek içeriği, gene de
felsefenin bütün alanlarına nüfuz edebiliyordu, ve üstelik Hegel'i kendi
tilmizlerinden ayırdeden bir şey de onun, bütün çağların en bilgin
kafalarından birini taşımasına karşılık, berikilerin bilgisizlikleriyle
göze çarpmalarıydı. Tarihte bir iç gelişme, zincirleme bir iç bağlantı
olduğunu tanıtlamayı deneyen ilk adam Hegel'dir, ve onun tarih
felsefesindeki birçok şey, bugün bize ne kadar tuhaf gelirse gelsin, onu
izleyenleri, hatta ondan sonra tarih üzerinde genel muhakemeler yürütmeye
kalkışanları kendisiyle kıyasladığımızda, temel anlayışının yüce niteliği
bugün de hayranlığa layıktır. Phénoménologie'sinde, Estetik'inde, Felsefe
Tarihi'nde, heryere tarihin bu yüce anlayışı girer, ve her yerde konu,
tarihsel tarzda, soyut olarak başaşağı edilmiş olsa da, tarih ile belirli
ilişkisi içinde incelenir. Büyük yankıları olan bu tarih anlayışı, yeni
materyalist görüş tarzının doğrudan doğruya teorik önkoşulu oldu. Ve
böylelikle mantık yöntemi içinde bir hareket noktası oluşturdu. Eğer bu
kaybolmuş diyalektik, "salt fikir" açısından böyle sonuçlara varabilmişse,
ve eğer kendisinden önce gelen bütün mantığın ve bütün metafiziğin
zahmetsizce hakkından gelebilmişse, bunun, herhalde sofizmden, kılıkırk
yarmadan öte bir şey olması gerekirdi. Ama, önünde bütün resmî felsefenin
gerilemiş olduğu ve şu anda da gerilediği bu yöntemin eleştirisi az iş
değildi.
Hegel'in mantığından onun bu
alandaki gerçek buluşlarını içinde saklayan çekirdeği çıkarma ve idealist
örtülerinden arındırarak, diyalektik yöntemi, düşünce gelişmesinin biricik
doğru şekli olabileceği saf biçiminde ortaya çıkar-mak işini başarabilecek
tek adam, Marx idi. Marx'ın ekonomi politiğin eleştirisinde temel görevini
yerine getiren yöntemi geliştirmesini, biz, önem bakımından, esas
materyalist dünya anlayışından hiç de daha az önemli olmayan bir sonuç
saymaktayız.
Ama yöntem elde edilince,
ekonominin eleştirisine iki tarzda yaklaşmak mümkündür: tarihsel bakımdan
ya da mantık bakımından. Tarihte olduğu gibi, tarihin yazına yansımasında
da, gelişme, genellikle daha basit ilişkilerden daha karmaşık ilişkilere
doğru ilerleme kaydeder; ekonomi politiğin yazılı tarihteki seyri,
eleştiriye yol gösterebilecek olan doğal bir yön gösterici olabilirdi ve
bütünüyle iktisadi kategoriler, mantıki gelişmedeki sırayla ortaya
çıkabilirlerdi. Bu biçim, görünürde, daha açık olma üstünlüğüne sahiptir,
çünkü izlenmekte olan şey, gerçek gelişme değil midir? Ama bu biçimin
gerçekte biricik üstünlüğü, yapıtın herkes tarafından daha kolayca
anlaşılır olabilmesiydi. Tarih çok kere sıçramalarla ve zikzaklarla
ilerleme kaydeder ve onu her yerde izlemek gerekir ki, bu da, yalnızca pek
önemli olmayan birçok malzemenin ele alınmasını zorunlu kılmakla kalmaz,
aynı zamanda, düşünce zincirinin de sık sık kesintiye uğratılmasını
gerektirir; üstelik burjuva toplumun tarihini yazmadan, ekonominin
tarihini yazmak mümkün değildir ve bu durumda çalışmanın sonu gelmez,
çünkü bu konuda daha önce yazılmış yapıtlar yoktur. Demek ki, ekonominin
eleştirisini incelemede biricik elverişli tarz, mantıki tarzdır. Ama bu
tarz, gerçekte, yalnızca tarihsel seyrin soyut ve teorik bakımdan tutarlı
bir biçimde biçimden ve tersi raslantılardan arındırılmış tarihsel tarzdan
başka bir şey değildir. Fikirler zinciri, sözkonusu tarihin başladığı
şeyle başlamalıdır, ve bunun sonraki gelişmesi, tarihsel seyrin soyut ve
teorik bakımından tutarlı bir biçimde yansımasından başka bir şey
olmayacaktır; bu, düzeltilmiş bir yansıma olacaktır, ama her anın
gelişmesinin tam olgunluğa vardığı noktadan, klasik saflığı içinde
müşahede edilebilmesiyle, bizzat tarihin gerçek seyrinin sunduğu yasalar
gereğince düzeltilmiş bir yansıma olacaktır.
Bu yöntemle hareket noktamız,
ilk ilişkidir ve bizim için tarihsel bakımdan pratik olarak mevcut olan en
basit ilişkidir, yani burada, önümüze çıkan ilk iktisadi ilişkiden hareket
etmekteyiz. Bu ilişkiyi tahlil ediyoruz. Bunun bir ilişki olmasından çıkan
sonuç şudur ki, bu ilişkinin biri ötekiyle bağıntısı olan iki yönü vardı.
Bu her iki yön de, kendi içinde incelenir; bundan, ikisinin birbirine
karşı davranış tarzı, karşılıklı etkileri çıkar. Bundan çözüm bekleyen
çelişkiler doğacaktır. Ama, burada, yalnızca kafamızın içinden geçen soyut
bir akli süreci incelemediğimiz için, tersine, sözkonusu olan herhangi bir
anda geçen ya da hâlâ gerçekten yer almakta olan bir süreci incelediğimiz
için, bu çelişkiler de, pratikte gelişmiş olacaklar ve besbelli ki,
çözümlerini de pratikte bulacaklardır. Biz, bu cins çözüme bağlı kalacağız
ve göreceğiz ki, bu çözümü sağlayan şey, iki karşıt yanın, bundan böyle,
geliştirmemiz gerekecek olan yeni bir ilişkinin şekillenmesi olmuştur vb..
Ekonomi politik, meta ile,
[yani] ürünlerin ya bireyler tarafından ya da ilkel topluluklar
tarafından birbirleriyle değişildikleri anda başlar. Değişime giren ürün,
meta olur. Ama ancak, o şeye, ürüne, iki şahıs ya da iki topluluk
arasındaki bir ilişki, burada artık tek bir şahısta birleşmeyen üretici
ile tüketici arasındaki ilişki eklendiği içindir ki, o şey, bir metadır.
İşte burada, daha başlangıçta, özel nitelikte bir olay ile karşı
karşıyayız ki, bu, ekonomide bir boydan bir boya her yerde bulunmaktadır
ve burjuva ekonomistlerinin kafalarında büyük karışıklıkların nedeni
olmuştur: iktisat, nesneyi incelemez, insanlar arasındaki ilişkileri ve
son tahlilde, sınıflar arasındaki ilişkileri inceler; oysa bu ilişkiler
her zaman, nesneye bağlıdırlar ve nesne gibi gözükürler. Bazı tek tek
hallerde, bulanık bir şekilde olmakla birlikte, şu ya da bu iktisatçı
tarafından görülebilen bu zincirleme bağlantıyı, ekonominin tümü için ilk
keşfeden ve böylelikle, şimdi artık bizzat burjuva iktisatçıların bile
anlayabileceği şekilde en çetin sorunları basitleştiren ve açıklığa
kavuşturan Marx'tır.
Eğer biz, şimdi metaya iki
ayrı yönünden bakarsak, ve özellikle metaya, ilkel iki topluluğun doğal
değişim ticareti içinde ilkten güçlükle geliştiği şekliyle değil de, tam
gelişmiş şekliyle bakarsak, meta, karşımıza, kullanım-değeri ve
değişim-değeri olarak iki görüş açısından çıkar, ve bu an iktisadi
tartışmalar alanına girmiş oluruz. Alman diyalektik yönteminin şu andaki
gelişme aşamasında, yavan ve yüzeysel eski metafizik yönteme üstünlüğünü,
hiç değilse ortaçağın taşıt araçlarına kıyaslandığı zaman demiryolununki
kadar üstünlüğünün bir örneğini görmek isteyen kimse, Adam Smith'i ya da
otorite sayılan herhangi bir resmî iktisatçıyı okusun ve bu bayların
değişim-değeri ile kullanım-değerini nasıl işkencelere tabi tuttuğunu,
bunların, bu ikisini birbirinden belirli özellikleriyle ayırdetmede nasıl
büyük güçlüklerle karşılaştıklarını görsün; ve sonra da bunu, Marx'ın
yalın ve açık tahliliyle karşılaştırsın.
Değişim-değeri ile
kullanım-değeri geliştirildi mi, meta, değişim süreci içinde göründüğü
şekilde, bu ikisinin birliği olarak ifade edilmiş olur. Bundan ne gibi
çelişkilerin doğduğunu anlamak için 20-21. sayfalar okunsun. Biz ancak
belirtelim ki, bu çelişkiler, yalnızca teorik, soyut bir önem taşımazlar,
doğrudan doğruya değişim ilişkisinin, basit değişim ticaretinin
niteliğinden gelme güçlükleri, değişimin bu kaba saba ilk biçiminin
zorunlu olarak vardığı olanaksızlıkları yansıtırlar. Bu olanaksızlıklar,
bütün öteki metaların değişim-değerlerini ifade etme vasfının özel bir
metaya —paraya— devredilmesiyle çözümlenir. Bu durumda para ya da basit
dolaşım, ikinci bölümde incelenmektedir, şu bakımlardan: 1. değerlerin
ölçüsü olarak para, ki bu, para olarak ölçülen değerin —fiyatın— daha tam
ve doğru olarak belirlenmesini sağlar; 2. dolaşım aracı olarak para; ve 3.
her iki belirlenmenin de birimi olarak, bütün burjuva maddi servetini
temsil eden gerçek para. Birinci fasikülün inceleme konusu burada sona
ermektedir ve paranın sermayeye dönüşümü, ikinci fasiküle bırakılmaktadır.
Görüldüğü gibi, bu yöntemle,
mantıksal sergileme salt soyutlama alanında kalmak zorunda değildir. Tam
tersine, burada, tarihsel örneklerle, gerçekle sürekli temas gereklidir.
Bunun içindir ki, yapıtta kanıt olarak gösterilen örnekler bol ve
çeşitlidir, bunlar toplumsal gelişmenin değişik aşamalarındaki gerçek
tarihsel seyre atıflar şeklinde olsun, ya da iktisadi ilişkiler
belirlenmelerinin, daha başından izlediğimiz açık ve seçik tahlilinin yer
aldığı iktisat yazınına atıflar şeklinde olsun, az veya çok dargörüşlü ya
da karışık değişik kavrayış tarzlarının eleştirisi, böylece, esas olarak,
mantıksal sergilemenin içinde verilmiş olmaktadır ve bu bakımdan bu konu
kısa tutulabilir. ...
FRİEDRİCH ENGELS
|