DOĞANIN
DİYALEKTİĞİ
AİLENİN, ÖZEL MÜLKİYETİN VE
DEVLETİN KÖKENİ
ANTİ-DÜHRİNG
ÜTOPİK
SOSYALİZM VE BİLİMSEL SOSYALİZM
LUDWIG FEUERBACH VE KLASİK ALMAN
FELSEFESİNİN SONU
TARİHTE ZORUN ROLÜ
KÖYLÜLER SAVAŞI
ALMANYA'DA DEVRİM VE
KARŞI-DEVRİM
İNGİLTERE'DE EMEKÇİ SINIFIN
DURUMU
KONUT SORUNU
BÜRO İLE BARİKAT ARASINDA
KOMÜNİZMİN İLKELERİ
HAKİKİ SOSYALİSTLER
|
FRİEDRİCH ENGELS
İNGİLTERE'DE EMEKÇİ SINIFIN DURUMU
SUNU
E. J. HOBSBAWM
ANIMSAMASI zor ama, Friedrich
Engels Emekçi Sınıfın Durumu'nu yazdığı zaman yirmidört yaşındaydı. Bu
konuyu araştırabilecek tüm niteliklere fazlasıyla sahipti. Rhineland'in
Barmen kasabasında pamuklu imalatçısı, ayrıca sınai kapitalist ekonominin
tam merkezinde, Manchester'da bir şube (Ermen & Engels) açacak ölçüde
öngörülü olan varlıklı bir aileden geliyordu. Sınai kapitalizmin ilk
zamanlarındaki dehşetin kuşattığı, ailesinin dar ve kendini üstün gören
bağnaz dindarlığına tepki duyan genç Engels, 1830'ların sonuna doğru,
genelde ilerici genç Alman entelektüellerin tuttuğu yolu tuttu.
Kendisinden biraz daha yaşlı olan çağdaşı Karl Marx gibi 'sol hegelci'
oldu —o sıralarda Prusya'nın başkenti Berlin'de yükseköğretime Hegel
felsefesi egemendi— komünizme yönelik eğilimi giderek arttı ve; Alman
solunun toplum eleştirisini biçimlendirmeye çalıştığı çeşitli yayınlara ve
gazetelere yazı yazmaya başladı. Kısa süre sonra Engels, kendini komünist
olarak görür olmuştu. Bir süre İngiltere'de yaşama kararını kendisi mi
yoksa babası mı almıştı, pek belli değil. Belki de kendilerine göre
nedenlerle her ikisi de istemiştir: Baba Engels, devrimci oğlunu,
Almanya'daki ajitasyon ortamından çekip çıkarmak ve dört dörtlük bir
işadamı yapmak için; genç Engels ise modern kapitalizmin merkezinde,
modern dünyadaki ciddi devrimci güç olarak kabul ettiği İngiliz
proletaryasının büyük hareketlerine yakın olmak için.
Engels, İngiltere'ye gitmek
üzere Almanya'dan 1842 güzünde ayrıldı; ara yerde Marx'la ilk kişisel
tanışıklığını kurdu; İngiltere'de iki yıla yakın bir süre kaldı, durumu
gözlemledi, okudu ve düşüncelerini biçimlendirdi.* Gerçi kitabının büyük
bölümünü 1844-45 kışında yazdığı anlaşılıyor ama, üzerinde çalışmaya
1844'ün ilk aylarında başladığı kesindir. Çalışma, bir önsöz ve 'Büyük
Britanya'nın Emekçi Sınıflarına' (İngilizce yazılmış) bir ithafla birlikte
son haliyle 1845 yazında Leipzig'de yayınlanmıştır.** İngilizcesi, yazarın
yaptığı ufak-tefek değişikliklerle yayınlanmış, ancak 1887 (Amerika
baskısı) ve 1892 (İngiltere baskısı) geniş önsözlerle çıkmıştır. Böylece,
sınai İngiltere'nin ilk zamanları hakkındaki bu başyapıtın kendisine konu
edindiği ülkeye ulaşması için, neredeyse yarım yüzyıl gerekmiştir. O
zamandan beri de, yalnızca adıyla bile olsa, sanayi devrimini araştıran
her araştırmacının yabancısı olmadığı bir yapıttır.
Emekçi sınıfların durumu
hakkında kitap yazma fikri, kendi başına orijinal değildir. 1830'lara
gelindiğinde, aklı başında her gözlemci, Avrupa'nın ekonomik açıdan
gelişmiş kesimlerinin, artık yalnızca 'yoksul'un toplumsal sorunlarıyla
değil, ama tarihsel olarak bir benzeri olmayan proletaryanın toplumsal
sorunlarıyla karşı karşıya geldiğini apaçık görüyordu. Kapitalizmin ve ona
bağlı olarak işçi sınıfı hareketinin evriminde belirleyici bir dönem olan
1830'larla 1840'larda işçi sınıfının durumu hakkında batı Avrupa'nın her
yerinde, çok sayıda kitap, broşür ve araştırma yayınlanmıştı. Gerçi L.
Villermé'nin Tableau de l'Etat Physique et Moral des Ouvriers employés
dans les Manufactures de Coton, de Laine et de Soie (1840) başlıklı kitabı
toplumsal araştırmanın çok üstün örneklerinden biri olarak anılmaya değer
ama Engels'in kitabı, bu türdeki en seçkin yapıttır. Proletarya sorununun
yerel ya da ulusal değil, uluslararası bir sorun olduğu da açıkça
ortadaydı. Buret, İngiltere ve Fransa'nın durumunu karşılaştırmış (La
misère des classes laborieuses en France et en Angleterre, 1840),
Ducpétiaux da 1843'te Avrupa ülkelerindeki genç işçilerin durumu
hakkındaki verileri derlemişti. Bu çerçevede, Engels'in kitabı yalıtık bir
yazın olayı değildir; bu olgu anti-marksistlerin Engels'i zaman zaman,
daha iyi bir şey düşünemediği için başkalarının yapıtlarından aşırmakla
suçlamalarına yolaçmıştır.*
Ne var ki, Engels'in
çalışması, görünüşte benzeş olan çağdaş kitaplardan birçok bakımdan
farklıdır. Birincisi, Engels'in de haklı olarak savladığı gibi, yalnızca
belli bazı kesimleri ve sanayileri değil, işçi sınıfını bir bütün olarak
ele alan, İngiltere'de ya da herhangi bir başka ülkede yayınlanmış ilk
kitaptı. İkincisi ve daha önemlisi, kitap yalnızca işçi sınıfının durumunu
gözden geçirmekle yetinen bir çalışma değildi; sınai kapitalizmin
evrimini, sanayileşmenin toplumsal etkilerini —işçi hareketinin doğuşu
dahil— siyasal ve toplumsal sonuçlarını genel olarak çözümleyen bir
yapıttı. Gerçekte, marksist yöntemi, toplumun somut biçimde incelenmesine
uygulayan, ilk geniş çaplı girişimdi ve olasılıkla, Marx'ın ya da
Engels'in yazdıkları arasında marksizmin kurucularınca korunmaya değer
bulunan ilk yapıttır.* Ne var ki, Engels'in, 1892 önsözünde de açıkça
belirttiği gibi, yapıt, henüz olgunlaşmış bir marksizm örneği değildi; ama
onun 'embriyonik gelişiminin evrelerinden biri'dir. Olgun ve tam
biçimlenmiş bir yorum için Marx'ın Kapital'ini beklememiz gerekecektir.
Kanıt ve Çözümleme
Yapıt, Britanya toplumunu
dönüştüren ve ana ürünü olarak proletaryayı yaratan sanayi devriminin
kısaca tanımlanmasıyla başlıyor (Bölüm I-II). Emekçi Sınıfın Durumu,
çözümlemelerini sistemli olarak sanayi devrimi kavramına dayandıran,
geniş, en eski çalışma olduğu için, Engels'in öncülük ettiği başarıların
ilkidir. 1820'lerde İngilizlerin ve Fransızların sosyalist tartışmalarında
keşfedilen sanayi devrimi kavramı, o sıralar yeniydi ve denenmekteydi.
Engels'in, bu dönüşümün tarihi hakkındaki açıklaması, tarihsel orijinallik
iddiasında bulunmuyor. Her ne kadar hâlâ yararlıysa da sonraki daha tam
yapıtlar onu aşmıştır.
Engels, sanayi devriminin
ortaya çıkardığı dönüşümü, toplumsal açıdan dev bir yoğunlaşma ve
kutuplaşma süreci olarak görmüştür; bu sürecin eğilimi, büyüyen bir
proletaryayı ve giderek büyüyen kapitalistlerin giderek daha küçük bir
burjuvazisini, her ikisini birden giderek kentleşen bir toplumda
yaratmaktır. Kapitalist sanayiciliğin [industrialism] yükselişi, küçük
meta üreticilerini, köylülüğü ve küçük-burjuvaziyi yıkmaktadır; ve bu ara
katmanların gerileyişi, işçiyi, küçük bir usta olma olasılığından yoksun
bırakarak onu, "orta-sınıflara katılmanın tam da geçiş aşamasındayken,
nüfusun belli bir sınıfı"nı oluşturan proletaryanın saflarına hapseder. Bu
nedenle işçiler sınıf bilincini —Engels bu terimi kullanmıyor— ve işçi
hareketini geliştirirler. Engels'in bellibaşlı başarılarından biri
buradadır. Lenin'in deyişiyle Engels "proletaryanın, yalnızca acı çeken
bir sınıf olmadığını, ama utanç verici ekonomik durumunun onu karşı
konamaz bir biçimde ileri doğru ittiğini ve kendi sonal kurtuluşu için
savaşım vermeye zorladığını ilk söyleyenler arasındadır."*
Öte yandan, bu yoğunlaşma,
kutuplaşma ve kentleşme süreci, gelip geçici değildir. Büyük ölçekli
makineleşmiş sanayi giderek artan ölçüde sermaye yatırımlarını, onun
ortaya çıkardığı işbölümü de çok sayıda proleterin yığılmasını gerektirir.
Böyle geniş üretim birimleri, kırsal kesimde kurulsa bile, çevresine insan
topluluklarını çeker; bu topluluklar bir emek-gücü fazlası ortaya çıkarır,
böylece ücretler düşer ve başka sanayiciler de o bölgeye gelir. Bunun
sonucu olarak, sanayi köyleri, sanayiciler için sağladıkları ekonomik
yararlar nedeniyle büyümeye devam eden kentlere dönüşür. Her ne kadar
sanayi yüksek ücret ödenen kentlerden düşük ücret ödenen kırsal kesime
göçme eğilimi taşırsa da, bu gelişme, kırsal kesimi kentleştirmenin
tohumlarını içinde barındırır.
Bu nedenle büyük kentler
Engels'e göre kapitalizmin en tipik yerleşim yerleridir ve bunları bölüm
III'te tartışır. Oralarda sınırsız sömürü ve rekabet, en çıplak biçimiyle
ortaya çıkar: "Bir yanda barbarca bir umursamazlık ve katı bir bencillik,
öte yanda tanımsız bir sefalet, her yanı kaplamıştır; her yerde toplumsal
savaş vardır; her erkeğin evi bir kaledir; her yerde, yasaların koruması
altında yağma yapan talancılar vardır." Bu anarşi ortamında, geçim ve
üretim araçlarına sahip olmayanlar yenik düşer ve karın tokluğuna
çalışmaya ya da istihdam edilmediğinde açlığa mahkum olur. Ve daha da
kötüsü, derin bir güvensizlik içinde yaşamaya mahkum olur; işçinin
geleceği karanlık ve belirsizdir. Gerçekte işçinin geleceğini, Engels'in
bölüm IV'te tartıştığı kapitalist rekabet yasaları yönetir.
İşçinin ücreti, işçiler arası
rekabetin belirlediği ve belli bir geçinme düzeyinin altında
çalışamayışlarının sınırladığı bir asgari ücret —bu gerçi Engels için katı
bir kavram değil— ile emek darlığı olduğu zaman kapitalistler arası
rekabetin belirlediği bir azami ücret düzeyi arasında dalgalanır. Ortalama
ücret, asgarinin bir parça üzerinde oluşur; ne kadar üzerinde oluşacağını,
işçilerin alışılagelen ya da edinilmiş yaşam standartları belirler. Ama
belli bazı işler, özellikle sanayide, daha nitelikli işçiye gereksinim
duyar; bu nedenle onların ortalama ücret düzeyi geri kalanlarınkinden daha
yüksektir, ama bu daha yüksek düzeyin bir bölümü de kentlerdeki hayat
pahalılığından ileri gelir. (Bu yüksek kentsel ve sınai ücret düzeyi,
kırsal ve yabancı —İrlandalı— göçmenleri çekerek işçi sınıfını
genişletmeye de yardım eder.) Ne var ki, işçiler arası rekabet zaten,
—Marx'ın daha sonra yedek sanayi ordusu diye adlandıracağı— herkesin yaşam
standardını düşük tutan sürekli bir "artı nüfus" yaratır.
Bu, tüm ekonominin sürekli
genişlemesine karşın, teknolojik ilerleme nedeniyle malların
ucuzlamasından ötürü böyledir; bu ucuzlama talebi artırır ve yeni
sanayiler, teknolojinin işinden ettiği işçilerin çoğunu yeniden içine
çeker. Bir başka nedeni de İngiltere'nin sınai dünya tekelidir. Nüfusun
çoğalması, üretimin artması ve dolayısıyla emeğe olan talebin artması
bundandır. Yine de dönemsel refah ve bunalım döngüsünün işleyişinden ötürü
"artı nüfus" varlığını sürdürür. Bu refah-bunalım döngüsünü, kapitalizmin
ayrılmaz parçası olarak ilk tespit edenlerden ve kesin bir dönem aralığı
belirleyenlerden biri Engels'tir.* Yedek işçi ordusunun kapitalizmin
sürekli temel öğesi olduğunu ve ticaret döngüsünü kabul etmesi, teorik
öncülüğünün iki önemli vargısıdır. Kapitalizm dalgalanarak işlediğine
göre, patlamaların en tepe noktasında olduğu durumlar dışında, sürekli bir
yedek işçiler ordusu bulundurması gerekir. Yedek, kısmen proleterlerden,
kısmen de potansiyel proleterlerden —kırsal kesim insanları, İrlandalı
göçmenler, ekonomik açıdan daha az hareketli işleri yapan kişiler— oluşur.
Kapitalizm, ne tür bir işçi
sınıfı üretir? Bu sınıfın yaşam koşulları nelerdir; bu maddi koşullar ne
tür bir bireysel ve kolektif davranış yaratır? Engels, kitabının büyükçe
bir bölümünü (bölüm III, V-XI) bu konuları tanımlamaya ve çözümlemeye
ayırarak toplumsal bilimlere en olgun katkısını yapmıştır; kapitalist
sanayileşmenin ve kentleşmenin toplumsal etkilerine ilişkin çözümlemeleri
birçok yönüyle hâlâ aşılabilmiş değil. Okunmalı ve ayrıntılı olarak
incelenmelidir. Ortaya koyduğu kanıtlar kısaca şöyle özetlenebilir: Çoğu
zaman, sanayi-öncesi bir geçmişten gelen göçmenlerin oluşturduğu yeni
proletaryayı kapitalizm bir toplumsal cehenneme küreler; o cehenneme
takılıp kalırlar, düşük ücret alırlar ya da açlık çekerler, gecekondularda
çürümeye bırakılırlar, ihmal edilirler, hor görülürler; yalnızca,
rekabetin kişisel-olmayan gücünün değil, ama bir sınıf olarak burjuvazinin
de zorbalığıyla yüzyüze gelirler; burjuvazi onları insan olarak değil
nesne olarak görür; insani varlık olarak değil "emek" ya da "el" olarak
görür (bölüm XII). Burjuva yasalarla desteklenen kapitalist, fabrika
disiplinini dayatır, onlara para cezası verir, hapislere attırır; dilediği
zaman kendi arzularını onlara zorla kabul ettirir. Burjuvazi bir sınıf
olarak onlara karşı ayrımcılık güder; maltusçu nüfus teorisini karşılarına
diker ve onlara 1834 tarihli maltusçu "Yeni Yoksullar Yasası"nın zulmünü
reva görür. Ne var ki, bu sistemli insanlıktan çıkarma girişimleri,
işçileri, burjuva ideolojisinin ve yanılsamalarının —örneğin burjuva
bencilliğin, dinin, ahlakın— uzağında tutar. İlerlemekte olan sanayileşme
ve kentleşme, işçileri, kendi toplumsal konumlarından ders almaya zorlar;
onları toplulaştırarak güçlerinin farkına vardırır. "İşçiler sanayi ile ne
kadar yakından bağlantılı duruma gelirlerse, o kadar çok ileri olurlar."
(Ancak Engels, İrlandalılar arasında olduğu gibi, kitlesel göçlerin
katılaştırıcı etkilerini de gözlemlemiştir.)
İşçiler kendi durumlarına
değişik tepki gösterirler. Bazıları yenik düşer, ahlaksal açıdan çöker:
bunlar arasında sarhoşluk, ahlak bozukluğu, suç ve mantıksızca para
harcamada görülen artış toplumsal bir olaydır; kapitalizmin ürünüdür;
bireylerin zayıflığı ve çaresizliğiyle açıklanamaz. Bazıları yazgısına
boyun eğer, olabildiği ölçüde yasalara saygı duyan, saygın bir kişi olarak
yaşamaya çalışır; topluma ilişkin konularla ilgilenmez ve böylece,
işçileri bağlayan zincirleri daha da pekiştirmelerinde orta-sınıfa yardım
etmiş olur. Ancak, gerçek insanlık ve onur, işçilerin yaşam koşullarının
kaçınılmaz olarak yarattığı işçi hareketi içinde burjuvaziye karşı verilen
savaşta bulunabilir.
Bu hareket çeşitli
aşamalardan geçer. Bireysel isyan —suç— aşamalardan biri olabilir,
makineleri kırmak bir başkası. Ama bunlardan hiçbiri yaygın değildir.
Sendikacılık ve grevler, hareketin tuttuğu ilk genel yoldur.
Sendikacılığın ve grevlerin önemi, etkililiğinde değil, verdiği dayanışma
ve sınıf bilinci dersinde yatmaktadır. Siyasal bir hareket olan çartizm,
daha üst bir gelişme aşamasını işaret eder. Engels, bu hareketlerin
yanıbaşında, 1844'e kadar büyük ölçüde işçi hareketinin dışında kalan,
orta-sınıftan düşünürlerin, sosyalist teoriler geliştirdiklerini, ama en
iyi işçilerin küçük bir azınlığını kazanabildiklerini savlar. Ne var ki,
kapitalizmin bunalımı giderek geliştikçe, hareket sosyalizme yönelmelidir.
Engels'in 1844'te gördüğü
gibi, bunalım kaçınılmaz olarak şu iki yoldan birine girecekti: Ya
Amerikan (ya da bir olasılıkla Alman) rekabeti, İngiltere'nin sanayi
tekeline son verecek ve geride devrimci bir durum bırakacaktı ya da
toplumun kutuplaşması, ulusun büyük çoğunluğu durumuna gelen işçiler kendi
güçlerini kavrayarak iktidara elkoyuncaya kadar sürüp gidecekti. (İlginç
yanı, proletaryanın uzun vadedeki mutlak yoksullaşmasını Engels'in
vurgulamayışıdır). Ne var ki, işçilerin içinde bulunduğu katlanılamaz
koşullar ve ekonominin bunalımları dikkate alındığı zaman, bu eğilimlerden
birinin ya da ötekinin varlığını duyurmasından önce bir devrim olasıydı.
Engels bu devrimin gelecek iki ekonomik çöküntü arasında yani 1846-47 ve
1850'lerin ortası arasında olmasını bekliyordu.
Yapıt yeterince olgun
değildir, ama Engels'in elde ettiği bilimsel başarılar yine de dikkate
değer önemdedir. Hataları, genelde gençliğinin ve bir ölçüde de tarihsel
perspektifi kısaltmasının ürünüdür. Bazı hataların anlamlı tarihsel
açıklaması vardır. Engels'in kitabını yazdığı sıralarda, İngiliz
kapitalizmi, büyük maddi bunalımlar döneminin ilkindeki en şiddetli
aşamadaydı; Engels, 19. yüzyılın en felaketli ekonomik çöküntüsünün, yani
1841-42 çöküntüsünün en kötü döneminde İngiltere'ye gelmişti. 1840'ların
bunalım döneminin kapitalizmin can çekişme ve devrimin başlangıç dönemi
olduğunu düşünmek, o sıralarda hiç de gerçekçilik-dışı sayılamazdı. Böyle
düşünen tek gözlemci Engels değildi.
Şimdi artık biliyoruz ki, o
bunalım kapitalizmin sonal bunalımı değildi; kısmen sermaye malları
sanayilerinde —önceki dönemlerin tekstil sanayisine karşılık bu kez
demiryolları, demir, çelik sanayilerinde— gerçekleştirilen yoğun
gelişmeye; kısmen o zamana kadar gelişmemiş ülkelerde kapitalist
girişimlerin daha geniş alanları elegeçirmesine; kısmen tarımdaki yerleşik
çıkarların yenilmesine; kısmen de işçi sınıfını sömürmenin yeni ve etkin
yöntemlerinin —ki bunlar sonunda işçilerin gerçek gelirlerinin ciddi
ölçüde artmasına yolaçmıştır— keşfine dayanan büyük bir genişleme
döneminin başlangıcıydı. Yine biliyoruz ki, Engels'in tam bir isabetle
öngördüğü 1848 devrimci bunalımı, İngiltere'yi etkilemedi. Bu, büyük
ölçüde, eşitsiz gelişmenin sonucuydu; bunu Engels'in öngörmesi gerçekten
çok zordu. Gerçekten de Kıta Avrupası'nda ekonomik gelişmenin
İngiltere'dekine tekabül eden aşaması en şiddetli bunalıma 1846-48
arasında ulaşırken, o aşamayı İngiltere 1841-42'de geçmişti. İngiltere
1848'de, ilk belirtisi 1844-47 arasındaki "demiryolu patlaması" olan, yeni
bir genişleme dönemine girmişti. 1848 devriminin İngiltere'ye denk düşen
aşaması 1842'deki çartist genel grevdi. Kıtada devrimlere yolaçan bunalım,
İngiltere'de yalnızca hızlı bir iyileşme dönemini kesintiye uğratmakla
sınırlı kaldı. Bu noktanın henüz aydınlığa ulaşmadığı bir sırada kitabını
yazması Engels için bir talihsizliktir. Bugün bile istatistikçiler,
İngiliz kapitalizminin "umutsuz yılları" ile altın çağını ayıran çizgiyi
1842-1848 arasında nereye koymak gerektiğini hâlâ tartışıyorlar. Engels'i,
bunu açıkça göremediği için kınayamayız.
Her ne ise, yansız bir okur,
Engels'in kitabındaki eksiklikleri yalnızca o dönemin raslantısal
eksiklikleri olarak kabul edecek ve başardıklarından daha çok
etkilenecektir. Bu yalnızca Engels'in apaçık görünen kişisel yeteneğinin
değil, ama aynı zamanda onun komünizminin eseridir. Bu ona, kapitalizmin
şampiyonluğunu yapan çağdaşlarına göre çok üstün olan bir ekonomik,
toplumsal ve tarihsel kavrama gücü vermiştir. Engels'in de gösterdiği
gibi, ancak burjuva toplumun yanılsamalarından uzak bir kişi, iyi bir
toplumbilimci olabilir.
Engels'in Tanımıyla 1844
İngilteresi
Engels'in 1844'teki İngiliz
işçi sınıfına ilişkin tanımları acaba ne ölçüde güvenilir ve kapsamlıdır?
Daha sonraki araştırmalar, bu tanımları ne ölçüde doğrulamıştır? Kitabın
tarihsel değeri hakkındaki yargımız, büyük ölçüde bu sorulara verilecek
yanıtlara bağlı olmalıdır. Engels 1840'lardan bu yana sık sık
eleştirilegelmiştir. O yıllarda V. A. Hubler ve B. Hildebrand, ortaya
koyduğu gerçekleri kabul etmişler, ama o gerçekleri yorumlayışını çok
kasvetli bulmuşlardı. 1958'de ise Engels'in günümüze en yakın iki editörü,
"tarihçilerin artık, Engels'in kitabını 1840'ların toplumsal İngiltere'si
hakkında değerli bir görüntü ortaya koyan bir kitap olarak
göremeyeceklerini" savlamışlardır.* Birinci görüş kabul edilebilir,
ikincisi ise saçma.
Engels'in tanımı, dolaysız
gözleme ve eldeki diğer kaynaklara dayanmaktadır. Açıkça anlaşılıyor ki,
Engels sınai Lancashire'ı, özellikle Manchester yöresini yakından
tanıyordu; Yorkshire'ın bellibaşlı sanayi kentleri olan Leeds'e,
Bradford'a, Sheffield'a gitmiş, Londra'da haftalar boyu kalmıştır. Hiç
kimse ciddi olarak, Engels'in gördüklerini çarpıtarak sunduğunu öne
sürmüyor. Zamanın İngiltere'sini anlatan bölümlerden anlaşıldığına göre,
III, V, VII, IX ve XII. bölümlerin önemlice bir kısmı doğrudan gözleme
dayanmaktadır ve bu bilgiler, öteki bölümlere de ışık tutmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, (çoğu yabancı ziyaretçinin tersine) Engels yalnızca
bir turist değildi; aralarında yaşadığı işadamlarını bilen Manchesterlı
bir işadamıydı; çartistlerle ve ilk sosyalistlerle birlikte çalışan ve
onları bilen bir komünistti; ve —yalnızca İrlandalı bir fabrika kızı Mary
Burns'le, onun akrabaları ve dostlarıyla olan ilişkileri sayesinde değil—
işçi sınıfının yaşamı hakkında ilk elden önemli ölçüde bilgi sahibi olan
biriydi. O nedenle kitabı, o yılların sınai İngiltere'si hakkındaki
bilgilerimiz için önemli ve birincil bir kaynaktır.
Kitabın geri kalan bölümleri
için ve kendi gözlemlerinin doğrulanması için Engels, başka kişilerin
verdiği bilgilere ve basılı bilgilere dayanmış, olanaklı olan yerlerde
kapitalizme yakınlık duyan kaynaklardan alıntılara yer vererek, o
kaynakların siyasal yanlılığını dengelemeye özen göstermiştir. (Önsözünün
son paragrafına bakınız). Çok ayrıntılı değilse de belgeleri iyi ve
tamdır. Belgeleri kitabına geçirirken bazı hatalar yapmasına (bazıları
sonradan Engels tarafından düzeltildi), ve resmî makamları, aynen
alıntılamak yerine özetleme eğilimi olmasına karşın bu, kanıtlarını kendi
keyfine göre seçtiği ve yanlış alıntıladığı suçlamalarını kanıtlamaz.
Kendisine hasım olan editörleri, koskoca bir ciltte "yanlış sunuş"
diyebilecekleri yalnızca birkaç örnek bulabilmişlerdir, onlar da ya
ufak-tefek şeylerdir ya da yanlıştır.* Gerçekten bazı kaynaklar var ki
Engels onlardan yararlanmamıştır, ama o kaynakların bir kısmı da ortaya
bir şey koyuyor idiyseler bile, o koydukları şey daha da ürkütücü bir
görüntü idi. Makul ölçülerle, Emekçi Sınıfın Durumu yetkinlikle
belgelenmiş bir çalışmadır; sağlam kanıtlara dayanarak ortaya
çıkarılmıştır.
Proletaryanın durumunu
gereksiz ölçüde karanlık gösterdiği, ya da İngiliz burjuvazisinin
iyilikseverliğini takdir etmediği yollu suçlamaların yanlış olduğu
görülecektir. Dikkatli bir okur, Engels'in tüm işçileri çaresiz ve
açlıktan ölmekteymiş gibi gösterdiği, onların yaşam standardını ölmeyecek
kadarlık bir standart diye tanımladığı, proletaryayı farklılaşmamış bir
yoksullar kitlesi olarak sunduğu türünden savların ya da kitabı okumamış
eleştirmenlerin ona atfettiği öteki aşırı ifadelere dayandırılan öteki
savların hiçbir temeli olmadığını görecektir. Engels, işçi sınıfının
durumunda hiçbir iyileşme olmamıştır gibi bir yadsıma içinde değildir
(bkz: bölüm III'ün sonundaki özet). Burjuvaziyi habis ruhlu tek bir kitle
olarak göstermemiştir (bkz: bölüm XII'nin sonundaki uzun dipnotu).
Burjuvazinin temsil ettiği şeye ve davranışına sebep olan nedene duyduğu
nefret, iyi niyetli insanların dışındaki kötü niyetli insanlara duyulan
nefret türünden naif bir nefret değildir. O nefret, sömürücüleri kolektif
olarak "varlıkları paslanmış, onulmaz bir bencillikle yozlaşmış, derinden
demoralize bir sınıf" durumuna otomatik olarak getiren kapitalizmin
acımasızlığına yönelttiği eleştirinin parçasıdır.
Engels'in eleştirmenlerinin
çoğu, sırf onun ortaya koyduğu gerçekleri kabul etmek istemedikleri için
itiraz ediyor. Komünist olsun ya da olmasın, o yıllarda dışardan gelip
İngiltere'yi ziyaret eden birinin gördüğü korkunçluklar karşısında şok
geçirmemesi olanaksızdı. Bu duyguyu çok saygıdeğer birçok burjuva liberal
Engels'inki kadar yakıcı ifadelerle ortaya koymuştur — ama onun
çözümlemesi olmadan.
"Uygarlık kendi mucizelerini
yaratır" diye yazmıştı Manchesterlı de Tocqueville, "ve uygar insan
nerdeyse vahşiye döner."
"Yaşadığım her gün" diyordu
Amerikalı Henry Colman, "İngiltere'de, ailesi olan bir yoksul olmadığım
için tanrıya şükrediyorum."
Engels'inkilerin yanına
koymak üzere, sanayicilerin, katı yararcı kayıtsızlıkları hakkında çok
sert değerlendirmeler bulabiliriz.
Gerçek şu ki, Engels'in
kitabı, 1845'te olduğu gibi bugün de, o dönemin işçi sınıfı hakkında
yazılmış en iyi tek kitaptır. Son zamanlarda ideolojik bir hoşnutsuzlukla
hareket eden bir grup eleştirmen dışında birbirini izleyen tarihçiler
kitabı böyle görmüşlerdir ve görmeye de devam ediyorlar Son 125 yıldır,
özellikle Engels'in yakın kişisel bilgisinin bulunmadığı alanlarda yapılan
araştırmalar, işçi sınıfının durumu hakkındaki bilgilerimize yeni bilgiler
eklemiştir; o nedenle Engels'in kitabı bu konuda söylenmiş son söz
değildir. Kendi döneminin kitabıdır. Ama ondokuzuncu yüzyılı araştıran bir
tarihçinin ve işçi sınıfı hareketiyle ilgilenen herkesin kitaplığında, bu
kitabın yerini başka hiçbir kitap alamaz. Bu kitap, insanlığın
özgürleşmesi kavgasında bir kilometre taşı ve vazgeçilemez bir yapıttır.
|