MARX-ENGELS  KİTAPLARI

 

KUTSAL AİLE

ALMAN İDEOLOJİSİ [FEUERBACH]

KAPİTALİZM ÖNCESİ EKONOMİ BİÇİMLERİ

FELSEFE METİNLERİ

KOMÜNİST MANİFESTO VE KOMÜNİZMİN İLKELERİ

GOTHA VE ERFURT PROGRAMLARININ ELEŞTİRİSİ

SÖMÜRGECİLİK ÜZERİNE

ANARŞİZM ÜZERİNE

DİN ÜZERİNE

DOĞU SORUNU [TÜRKİYE]

SEÇME YAZIŞMALAR 1

SEÇME YAZIŞMALAR 2

YAZIN VE SANAT ÜZERİNE 1

YAZIN VE SANAT ÜZERİNE 2

KOMÜNİST PARTİ MANİFESTOSU

BASIN SÖYLEŞİLERİ

SÜRGÜNDEKİ BÜYÜK ADAMLAR

NÜFUS SORUNU VE MALTHUS

SEÇME YAPITLAR 1

SEÇME YAPITLAR 2

SEÇME YAPITLAR 3

KADIN VE AİLE

İŞÇİ SINIFI PARTİSİ ÜZERİNE

 


KARL MARX - FRİEDRİCH ENGELS


SÜRGÜNDEKİ BÜYÜK ADAMLAR


 

TÜRKÇE ÇEVİRİYE ÖNSÖZ

 

S. ŞÖLÇÜN

 

 

"Sürgündeki Büyük Adamlar"ın Almanca orijinali, Karl Marx, Friedrich Engels: Werke'nin sekizinci cildinde yeralmaktadır (Dietz Verlag, Berlin 1988, 8. Baskı). Marx ve Engels'in Ağustos 1851'den Mart 1853'e kadar yaptıkları çalışmaları içeren bu cilt, Almanya Sosyalist Birlik Partisi Merkez Komitesi'nin Marksizm-Leninizm Enstitüsü tarafından yayınlanmıştır. Bununla birlikte sözkonusu cilt, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi'nin Marksizm-Leninizm Enstitüsü tarafından sağlanmış ikinci Rusça baskıya dayanmaktadır. Sekizinci cildin (Rusça'dan çevrilmiş) önsözünde, "Sürgündeki Büyük Adamlar"ın esas amacının, proletaryanın ide ve taktik pozisyonlarının bağımsızlığını ve lekesizliğini savunmak olduğu belirtiliyor. Bu çalışma, önsözdeki tanımlamaya göre, politik satirin bütün yöntemlerinin parlak bir uygulanışı ve Alman küçük-burjuva dünya görüşünün siyasi ve edebi temsilcilerinin sert bir eleştirisidir. Ancak, günlük sürtüşmeler ve rakiplerin kişisel özellikleriyle dış görünüşlerinin acımasızca alaya alınışı da, bu kavga yazısında önemli bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla, "Sürgündeki Büyük Adamlar"ın Marx ve Engels'in, politik karşıtlarıyla kişisel bir hesaplaşması olduğu da düşünülmelidir.

Bu hesaplaşmanın kültür ve politika tarihi bakımından önemi, yüzyıllara dayanan bir eleştiri geleneğinin —zamanına göre— son aşamasını oluşturmasıdır. Liberallerin ve demokratların eleştirisi, burjuva kültür tarihine bir ışık tutmakta; şimdiki zamanda sık sık eksikliğinden şikayet edilen o "burjuva dürüstlüğü"nün hangi tarihsel ve kişisel deneyimlerin, hangi politik ve banal hilelerin içinden doğduğunu göstermektedir. Eleştiri kavramının günlük siyasi sorunlara bağlanışı, hegelciliğin sağladığı entelektüel bir kazanımdır. Engels ve —öncelikle— Marx bunu, "pratik eleştiri" olarak real politik savaşımla özdeşleştirmişler; burjuvazinin bağımsızlaşmasıyla eş tutulan eleştiriyi, burjuvaziden bağımsızlaştırarak devrimci zorun bir bütünleyicisi yapmışlardır. "Sürgündeki Büyük Adamlar"ın böylesine sert ve alaycı bir üsluba sahip olması, yazarlarının eleştirilerini, ancak pratik devrimci faaliyetin içinde anlamalarındandır. Öte yandan, kişisel boyutun ve insanların dış görünüşleriyle doğal eksikliklerinin bu kadar ön planda tutulması dikkati çekicidir. 1848-49 devriminin yenilgisi, Marx ve Engels için süpriz değildi. Acaba kendileri, aydınların ve edebiyatçıların bu yenilgideki rolünü gerçekten abarttılar mı?

Marx ve Engels'in, sol-liberal aydınları eleştirirken üsluplarına (zaman zaman) egemen olan duygusallık, iki nedenden kaynaklanabilir. Birincisi: 19. yüzyılda Avrupa'da son derece radikal bir politize olmuşluk gözlenmektedir. 18. yüzyılda estetik normların yerini almaya başlayan determinizm teorisi, gayet yaygınlaşmış; aydınlar, kültür ve sanat alanını terk etmekle sistemin bütününün karşısına geçmişlerdir. Marx'ın, "Feuerbach Üzerine Tezler"inin onbirincisinde filozoflar için formüle ettiği amacı, kendisinden çok önce ve genel anlamda her insan için, Voltaire dile getirmiştir. Ne var ki edebiyatçının politik yeteneği, ne ön şarttır ne de mutlak olarak anlaşılmalıdır. Aydınlar da —her insan gibi—, altyapı ile üstyapı arasında birer "aracı" olarak, düşünsel faaliyetleri itibarıyla, görece bir otonomiye sahip üstyapının parçasıdırlar. İkincisi: Bu nokta, Marx ve Engels'in özel hayatları ve kişisel gelişmeleriyle ilgilidir. Ekonomi ve politikada yoğunlaşmadan önce, her ikisinin de ilgi alanı edebiyattı. Marx, estetik ve felsefi  araştırmalarla meşgulken, Ekonomi Politik ve Felsefe Elyazmaları'ndan [1844 Elyazmaları] sonra edindiği didaktik üsluptan çok uzaktı. Kendisi "Sürgündeki Büyük Adamlar"da, Gottfried Kinkel'le alay ederken, Adelbert von Chamisso'nun onun ilk şiirlerini basmayı reddettiğini yazmaktadır. Oysa Marx'ın kendisi de, Kinkel'le aşağı yukarı aynı yaştayken (1837), aynı Chamisso'ya şiir denemelerini göndermiş, aynı biçimde ret cevabı almıştır; ve bu cevap, onu çok öfkelendirmiştir. Engels, 1845'te bile Marx'ı ve kendini, New Moral World'de İngilizlere, "Alman sosyalizminin en aktif edebî kişilikleri" olarak tanıtmaktadır.

"Sürgündeki Büyük Adamlar", 145 yıl önce yazıldı. Bu çalışmayı hızla kaleme aldıklarında, Marx 34 ve Engels 32 yaşındadır. Marx, 1852 yılının nisan sonunda, Engels'e düşüncesini açar. Onunla birlikte, özellikle İngiltere'de toplanmış olan Alman sığınmacılar hakkında uzun bir yazı yazmak, göçmenlerin biyografilerinden yola çıkarak, onların karakterlerini çizmek ve politik çizgilerini analiz etmek istemektedir. Mayıs sonunda, Engels'in maddi durumu düzelmiştir. Kendisini birkaç haftalığına Manchester'de ziyaret eden Marx'la birlikte, yoğun bir çalışmaya girişir. Marx ve Engels, belli ki, politize olmuş bir atmosferde örgütlemek istedikleri aydınlardan, edebiyatçılardan kendileri gibi olmalarını beklemiş; devrimin yenilgisinin arkasından, büyük hayal kırıklıkları yaşamışlardır. Örneğin, çok değer verdiği Freiligrath'ın liberallere yaklaşması ve bir İsviçre bankasının Londra şubesine menajer olması, Marx'ı çileden çıkarmıştır. Engels'ten farklı olarak, Marx'ın kavgacı bir kişiliği vardır. Ruge, Lassalle ve Bakunin gibi yakın arkadaşları, sonra onun gözünde birer düşmana dönüşmüşse, bunda —politik ve ideolojik ayrılıkların yanısıra—, Marx'ın "geçimsizliği" de rol oynamıştır. Şimdi herhalde, Engels'in ne kadar sabırlı bir insan olduğunu düşünebiliriz; çünkü, anlaşıldığına göre, Marx öfkelendiği zaman, kişisel ve politik motifleri birbirinden pek ayırmazdı. Peter Demetz, Marx, Engels ve Şairler (Marx, Engels und die Dichter, Frankfurt-M — Berlin 1969) adlı kitabında, her iki dehayı Alman edebiyat tarihi bağlamında ele alırken, onların az bilinen kişisel özelliklerinden de söz etmiştir. (Çeviri sırasında edindiğim izlenimler nedeniyle yeniden ele aldığım bu araştırma çalışmasından, önsözü yazarken de faydalandım.) Bu özellikler gözönünde tutulduğunda, "Sürgündeki Büyük Adamlar"ın daha çok Marx'ın kaleminden çıktığı anlaşılıyor.

Marx-Engels çevirisi bitti. Çevirmenin dili, aylarca başka bir dil aracılığıyla kendini gerçekleştirdikten sonra, "normal" durumuna döndü. Yalnız, bu normallik rahatlatmıyor. Çeviri sona ermiştir, ama daha çeviri sırasında, kaynak dille amaç dil doğrudan ilişki içindeyken, yani "anormal" durum daha geçerliyken beliren tuhaf bir eksiklik duygusunun ağırlığı artmıştır. Normal durum içindeki anormallik, yeni bir bilinç durumunun işaretidir. Böyle bir duygunun, kendisini rasyonel ifade edişinin aracı, ironiden başka bir şey olamaz. Çünkü, çeviri bu duyguya rağmen vardır ve var oluşuyla, çevirmeni bir suçluluk kompleksine sokar. Şöyle ki: Anlamayı ve anlaşılır kılmayı hedef alan çeviri çalışması sırasında, kaynak dilin açtığı yoldan yeniden gidilmektedir — ama o yolun içinde yeni bir yol açmak üzere. Bu gidiş, bir geri dönüş, bir kaynağa varma çabasıdır, yani etimolojik bir arayıştır. Böyle bir kaynak, ancak metafizik olarak düşünülebileceğinden, bu yoldaki etimolojik başarılar geçicidir. Eksiklik bilincine rağmen, daha doğrusu, tam da bu bilinç nedeniyle sözkonusu arayıştan vazgeçilmemişse, bu romantik gezintiden ortaya çıkan (her) çeviri, potansiyel bir sonsuzluktur. Bu durumda her çeviri, hem bir süreklilik iddiasını içinde taşır, hem de yeniden çevrilmek üzere vardır. İroni, bu diyalektik ilişkiden doğar ve çevirinin geçerliliğinin, sürekli bir geçiciliğe dayanmasıyla meşrulaşır.

Çevirinin ironik yanının vurgulanması, Marx'ın (ve Engels'in) metnindeki gizemli ironinin  Türkçeleştirilmesindeki zorluğa, teorik bir rahatlama getirmekte; pratik sorunları ortadan kaldırmamaktadır. Nitekim, orijinal metinden edindiğim melankolik izlenimi, çeviriye yansıtabildiğimden son derece emin değilim. Metindeki çok yanlı polemik, sadece anlatının bile eleştiriye dönüşmesine yol açmaktadır. Bu yolla ortaya çıkan "gerçek", başka düşünceye izin vermeyecek kadar kesindir; yalnızca kendisi tarafından kastedilenin anlaşılmasını ister. Çünkü eleştiride esas olan, mevcut söylemi parçalayabilecek yıkıcı söylemin bulunmasıdır. Almanca aslı, metnin edebî değerinin tartışmasız ve yazarlarının yüksek bir ifade gücüne sahip olduğunu göstermektedir. Buna rağmen, bazı nedenselliklerin (Arnold Ruge'nin Heinrich Heine'ye ilham kaynağı oluşu) ve bazı alayların (örneğin, Ruge'nin dış görünüşü ve yüz hatları) harfi harfine alınmaması düşüncesindeyim. Çevirideki bağlantıları görebilmek için, tarih ve edebiyat bilgisi yetmiyor (bu konuda, metnin sonundaki notlar ve açıklamalar bir dereceye kadar yardımcı olabilir); aynı zamanda, yazarların metaforik dilini ve kelime oyunlarını da çözmek gerekiyor. Oysa, bu sırada orijinal metinde, kaynak dilin yalnızca kendinde olan imkanlar kullanılmıştır.

Orijinal halleriyle kullanılan İngilizce, Latince, İtalyanca ve Fransızca deyimlerin sağladığı nüanslar, amaç dilde sınırlı olarak vardır. Bu şartlar altında, Türkçe'nin "eski" ve "yeni" imkanlarını birarada kullanmak, amaç dilin oluşmasına yardım etti. Aynı sözün değişik bağlam içinde, örneğin, "Ajitasyon Derneği" ve "ajitasyon derneği" olarak çevrilmesi, yalnız anlam farkını verebilmeye yönelik değildir. Orijinal metinde, bazı öntakıların ve olumsuzluk zarfının unutulmuş olması, onun aceleyle ve öfkeyle yazıldığının belirtisidir. Ayrıca, alıntı olarak gösterildiği halde, birçok cümlenin olasılık kipiyle vasıtalı olarak verilmesi, çeviriye zor anlar yaşatmıştır.

Her metin, kendinin dışındaki gerçeklik üzerinde, ancak onu inkar ettiği ölçüde hak iddia eder. Bir metnin yapısını bozmak isteği ile onun karşısında duyulan saygı arasındaki filolojik bağ, herhalde bu diyalektik metin-gerçeklik ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Kaynak metin kendini, kendi gerçekliğinin dışına taşıtarak, yani amaç dilde görünerek ve böylece kendini inkar ederek olumlar. Çevirinin filolojik karakteri burada belirir; bir dilin mantığı üzerindeki sis perdesi, metin başka dile çevrildiği zaman incelir. Amaç dil de kaynak dili, ancak onu olumladığı için inkar etmek durumundadır. Çevirmenin özgürlüğünden söz edilecekse, bu, kendisinin içinde bulunduğu böyle bir çifte bağımlılık çerçevesinde ciddiye alınabilecek özgürlüktür. Marx-Engels çevirisi, bunu bana bir kere daha öğretti.

 

Nisan 1997

SARGUT ŞÖLÇÜN

 

 

 

SÜRGÜNDEKİ BÜYÜK ADAMLAR