KUTSAL AİLE
ALMAN
İDEOLOJİSİ [FEUERBACH]
KAPİTALİZM ÖNCESİ EKONOMİ BİÇİMLERİ
FELSEFE METİNLERİ
KOMÜNİST MANİFESTO VE KOMÜNİZMİN İLKELERİ
GOTHA VE ERFURT PROGRAMLARININ ELEŞTİRİSİ
SÖMÜRGECİLİK ÜZERİNE
ANARŞİZM ÜZERİNE
DİN ÜZERİNE
DOĞU SORUNU [TÜRKİYE]
SEÇME YAZIŞMALAR 1
SEÇME YAZIŞMALAR 2
YAZIN VE SANAT ÜZERİNE 1
YAZIN VE SANAT ÜZERİNE 2
KOMÜNİST PARTİ MANİFESTOSU
BASIN SÖYLEŞİLERİ
SÜRGÜNDEKİ BÜYÜK ADAMLAR
NÜFUS SORUNU VE MALTHUS
SEÇME YAPITLAR
1
SEÇME YAPITLAR 2
SEÇME YAPITLAR 3
KADIN VE AİLE
İŞÇİ SINIFI PARTİSİ ÜZERİNE
|
KARL MARX -
FRİEDRİCH ENGELS
ALMAN İDEOLOJİSİ [FEUERBACH]
SUNUŞ
JACQUES MILHAU
FEUERBACH Üzerine Tezler,
Marx tarafından, Brüksel'de 1845 Martında formüle edilmişti. Alman
İdeolojisi ise, Marx'ın, daha sonra 1846 yazının ortalarına kadar
Engels'le birlikte yaptıkları ortaklaşa çalışmanın ürünüdür. Bu her iki
yapıt da, marksizmin temel kavramlarının hazırlanmasında kesin bir dönüm
noktasını belirlerler.
Daha 1842'de girişilen bir
eleştirici gidişin varış noktası olarak her iki yapıt da, tarihsel
materyalizmin, ana hatlarıyla çizilmiş ilk açıklaması niteliğindedirler.
Yazarlarının daha sonraki ekonomik çalışmaları ve devrimci deneyimleri
sonucu getirilen teorik derinleştirmeler ne olursa olsun, bu metinler,
daha bu durumlarıyla marksizme önemli bir eğitbilimsel (pédagogique)
başlangıç oluştururlar.
KARL Marx, 5 Mayıs 1818'de,
Trier'de; Friedrich Engels ise 28 Kasım 1820'de Barmen'de doğdu. Her ikisi
de, kısa zaman sonra, başka yollardan siyasal hayata geldiler. Genç
devrimci-demokratlar olarak, Prusya sansürüne ve özel mülk sahiplerinin
Ren ve Mozel bölgesi köylülerinin zararına neden olan yolsuzluklara karşı
yürüttükleri kavgaların ertesinde, Marx, İdea'nın cisimleşmesi ve insan
doğasını ve onun özgürlüğünü genel olarak gerçekleştirmekle yükümlü Us
olarak devlet anlayışını içinden çürütmeye koyuldu. 1843'te yazılan
Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, gerçekten de, devlet
bürokrasisinde bu toplumun özellikle de özel mülkiyet rejiminin yarattığı
çelişkilerin bağımlı ve ussal-olmayan ifadesini ortaya çıkarıyordu.
Bu çağ, Fransa'da, devrimci
işçi hareketinin başlangıcını gösteren 1832 ve 1834 ayaklanmalarından on
yıl sonra ve Silezya dokumacılarının başkaldırmasından az önce meydana
gelen 1842 İngiliz çartistleri grevinin, usçul amaçlar güden tarih
felsefesinin ya da ütopyacı sosyalistlerin asılsız kuruntularının ayakta
tuttuğu kurgul yanılsamalar örtüsünü kaldırmaya katkıda bulunduğu çağdı.
Ama, Marx, hemen o sıralarda,
devletin toplumsal yapıya bağlanabileceğini ve, demokratik biçimde, insan
cinsinin gerçek ve ussal bir ortaklık halinde örgütlendiricisi
olabileceğini düşünmekten vazgeçer. 1844'ün başlarında yayınlanan Yahudi
Sorunu'nda bireylerin evrensel kurtuluşunun, ancak, özel mülkiyeti alaşağı
eden toplumsal bir devrimle ıslah edilmiş devletin siyasal çerçevesi
içinde olabileceğini ileri sürer.
Neredeyse hemen, devrimci
hümanizm adına, komünizmin savunmasına geçer ve Hegel'in Hukuk
Felsefesinin Eleştirisi. Giriş'te (1844), insanın kurtuluşunu devrimci
proletaryanın kurtarıcı eylemine bağlar.
Böylece proleterlerin
sömürülmesinin açıklamasını araştırmak durumuna gelince, bu açıklamayı
özel mülkiyete bağlı yabancılaşmış emekte bulabileceğine inanır. Marx'ın
1844 Elyazmaları, Feuerbach'ın ancak dinsel belirtisini sezebildiği bu
yabancılaşmaya, temel bir ekonomik biçim veriyor. Bu elyazmaları, doğacı
bir bireyciliğe ve foyerbahçı tipte ortaklık ahlakına karşı, bir sınıf
hümanizmasının ve bireylerin yabancılaşmadan kurtulması ve insan cinsinin
kendine dönüşü için yürütülen bir komünist devrimin perspektiflerini
koyuyor.
Aynı yıl, Engels,
savaşımlarını haklı bulduğu ve aynı zamanda gelecekteki başarılarını
önceden haber verdiği proleterlere adadığı İngiltere'de Emekçi Sınıfın
Durumu yapıtını temize çekmektedir.
Ensonu, Kutsal Aile (1845),
marksizmin kurucularının sarsılmaz işbirliklerinin ilk meyvesi,
yeni-hegelcilerin tarihsel idealizmlerini eleştirir, ve yalnız yığınların
kendi somut çıkarları uğruna savaşımlarının tarihi ilerletebileceğini ve
emeğin sömürüsünü ortadan kaldırabileceğini gösterir.
Marx ve Engels, artık militan
komünistler olmuşlardır. Bundan sonra, insanların gerçek sorunlarını
materyalist görüş açısından düşünmeye çalışırlar. Ama henüz marksist
değillerdir. Onların anlayışlarındaki ilerleme, teorik olarak, kantçı
"İnsan nedir?" sorusundan doğan sorunsala bağlı kalır. Pratik olarak bu
soru, o zaman, insan varlıklarının burjuva toplumu içinde soyut bireyler
halinde göze görünür zerreciğini yansıtıyordu.
Şu halde, Marx ve Engels,
daha 1845'ten itibaren Feuerbach'dan miras kalan hümanizme
toplumsal-siyasal boyutlarını vermeyi ve onun ahlaki idealizminin yerine
devrimci görevleri koymayı başarmışlarsa da, kurgul (spekülatif)
insanbilimin tutsağı olmaktan da kurtulmamışlardı.
Onların öncülleri, her zaman,
insanın cinsil (générique) bir özü ve onun özel mülkiyet rejimi altında
yabancılaşmış olan varlığı idi. Yalnız doğayı ve ürünlerini değil, ama
toplumu ve onun tarihsel belirleyicilerini materyalistler olarak
kavrayabilmek için zorunlu kavramlara henüz sahip olmadıklarından, doğal
olarak, ne insanın yaşayış koşullarıyla olan ilişkisini tersine çevirecek
ve ne de insanın yabancılaşmasını nesnel tarihsel sürece ve emekçilerin
bireyselleşmelerini burjuva toplumun devrimci değişmeleri önkoşuluna
bağlayacak durumda değillerdi.
ALMAN İdeolojisi'nin,
Feuerbach Üzerine Tezler ile hazırlanmış olan Birinci Kısmı, gerçekten de,
o zamana kadar toplumsal oluşun açıklanmasının ilkesi olarak yararlanılan
felsefi hümanizmin soyut insanı yerine, toplumsal ilişkileri ve onların
maddi temelini koyar. Bu durum, Alman İdeolojisi'nin birinci kısmını, esas
olarak polemik niteliğinde olan ve Alman ideologlarının eleştirisini
sürdüren ve Bruno Bauer, Max Stirner ve gerçek sosyalistleri ilkin yeni
zuhur edenler diye damgalayan öteki kısımlarından ayrı olarak yayınlamayı
haklı kılmaya yeter.
Kuşkusuz İngiliz
iktisatçılarının ve Fransız sosyalistlerinin incelenmesinden, ama aynı
zamanda Marx ve Engels'in, Paris, Manchester, Londra devrimcileriyle
kurdukları temaslardan esinlenen Tezler, sezgisel materyalizmi, doğal
insanbilimi ve foyerbahçı hümanizmin pedagojik yanılsamalarını reddeder.
Onun din eleştirisinin dargörüşlülüğünü ortaya koyarak, özellikle pratiği
toplumsal yaşamın ve bilginin kaynağına oturtur ve komünizmin törel
ülküsünü, koşulların devrimci dönüşümünün gerçek hareketine çevirir.
Ensonu, insan özünün yeni bir
anlayışı ortaya çıkar. Bu, artık, yalnızca ideologun zihninde bir varlık
olan Robinson'vari, doğal ve yalıtık bir bireyin varlığı ile özdeşleşmiş
değildir. "Kendi gerçekliği içinde, o, toplumsal ilişkilerin tümüdür."
Böylece, toplumsal gelişmenin, bu gelişme yasalarından habersiz bir
bireyin, bu yasalar hakkında edinebileceği tasarımdan farklı olan, nesnel
koşullarının incelenmesi, Marx ve Engels'in Avrupa devrimci hareketini
örgütlendirmek gibi ağır bir görevden artakalan tüm güçlerini ve değerli
zamanlarını adayacakları bilimsel çalışmanın programı haline gelir.
Her ne kadar tamamlanmamış ve
hiçbir zaman yazarlarının sağlığında günışığına çıkmamış, basılması
amacıyla yeniden gözden geçirilmemiş olsalar da, Alman İdeolojisi'nin
birinci kısmının elyazmaları, Tezler'den daha geniş bir biçimde
geliştirilmiş, olumlu bir karşı-düşüncedir. Eğer Hegel'in dediği gibi,
ancak yerine başka bir şey konarak o şeyin çürütülebildiği doğru ise,
bizzat "I. Feuerbach. Materyalist ve İdealist Anlayışın Karşıtlığı
(Giriş)", yeteri kadar açık olan bir eleştiriyi yinelemiyor, ama ondan
teorik sonuçlar çıkarıyor.
Tarihsel materyalizmin doğum
belgesi olan bu başlangıç açıklaması, insanlık tarihinin temeline, "kendi
geçim araçlarını" ve bunlarla da "kendi maddi yaşamlarını" sürdürmek için
üretimde bulunan canlı varlıkları oturtur. Bu bireyler, yalnızca,
çalışmalarıyla değiştirdikleri doğa ile ilişkilere girmekle kalmazlar, ama
işbölümünde ve değişimde, kendilerinin bilmedikleri, toplumsal ilişkiler
kurarlar. Onların üretken çalışması, üretici güçleri geliştirir ve buna
uygun düşen mülkiyet biçimini belirler. Bu çalışma, yeni gereksinmeler
doğurur ve işin durmadan değişen örgütlenmesi insan cinsinin yeniden
üretiminin ve ailenin düzenlenişinin toplumsal koşullarını da belirler.
Böylece, tarihin akışı, büyük
adamların eylemleri ile keyfî kazanımlarla ya da, az ya da çok verimli
ideolojilerle açıklanmaz. Bu, toplumsal ilişkilerdeki dönüşümlerin, sınıf
egemenliğinin farklı biçimlerinin ve bunun gibi hangi sınıftan olurlarsa
olsunlar, bütün bireylerin maddi ve manevi yaşayış tarzlarının nedeni olan
üretimin gelişmesine bağlıdır.
Marx ve Engels, ilk kez,
kuşkusuz iki yıl sonraki Komünist Partisi Manifestosu'ndakinden daha az
belirgin, ama o zaman için daha geniş, önemli bir tarih tablosu
çiziverirler. Onların, üretici güçler ile toplumsal ilişkilerin diyalektik
gelişmesi üzerindeki incelemeleri, birbiri ardından gelen düzenlerin
zincirleme sıralanışını şematize eder: kabile (aşiret, tribale) mülkiyeti,
antik sistem, feodal sistem ve burjuva toplumu.
Bu gelişmeyi, üzerinde
ulusların biçimlendiği ve görünüşteki bağımsızlıklarına karşı toplumda
sınıf egemenliğini ifade eden ve güvence altına alan devletlerin
oluşturduğu temelde yaparlar. Onlar, ayrıca, bu gelişmeyi, dilin
aracılığıyla insanlar arasında bilinçli ilişkilerin doğduğu ve
zenginleştiği yer olarak, egemen sınıfın fikirlerini taşıyanların ağır
bastığı ideolojilerin hazırlanma yeri olarak görürler.
Aralarında biyolojik temelden
başka hiçbir somut temel bulunmadığından, hayvanlar, kendi aralarında,
insanlara özgü gerçek ilişkilerin hiçbirini kurmuyor ve
geliştirmiyorlarsa, bu, insan ilişkilerinin öznel ve manevi olmaktan önce
nesnel ve maddi olmadıkları, yani ekonomik ve toplumsal olmadıkları
anlamına gelmez. "Yaşamı belirleyen bilinç değil, tersine, bilinci
belirleyen yaşamdır."
Öylese, bir bilincin
özerkliği, bir özel fikirler tarihi ya da bir yüce devlet hayatı inancı,
tamamen yanılsamadır. Tarihin devindiricisi, ancak, toplumun ve onu
oluşturan bireylerin maddi yaşamının üretimi ve yeniden üretimi
koşullarının tümü olabilir. İşbölümü, zihinsel etkinliği, iş aletlerinin
ve tüketim mallarının maddi üretiminden ayırdığı içindir ki, ideologlar,
fikirlerin gerçek kökeni konusunda yanılabiliyorlar, idealizme
kapılabiliyorlar ve dünyayı başaşağı koyabiliyorlar.
Onun için Alman ideolojisi,
burada, hem toplumsal bir aldatmaca olarak, hem de burjuva toplumunun
zorunlu bir ürünü olarak ele alınmış ve eleştirilmiştir. Şu halde tarihsel
materyalizm, toplumsal gelişmenin maddi temelini fikirlerin hareketine
bağımlı kılarak, bu gelişmenin ilkelerini mutlak Tin'in ya da Öz Bilinç'in
gizleri içinde arayan her türlü kurgudan olduğu gibi, tarih felsefesinden
de ayrılır.
Ama tarihsel materyalizm,
İnsan felsefesine de, bu son felsefe serüvenine de karşıdır. Bireyin
yabancılaşması, ne ilk insanın doğasının bozulmasıdır, ne de cinsil bir
varlığın, insanlıktan çıkaran (déshumanisante) bir tarihin ardarda gelen
değişiklikleri boyunca, maddi ve manevi, kendini yitirmesidir. Tam
tersine, insan varlıklarının bireyselleşmesi, ve kişiselleşmesi, tarihsel
hareketin, ele alınan döneme göre ve her sınıf için özgül olarak
sınırlandırılmış ürünleridirler. Dolayısıyla, bunlar toplumsal ilişkilerin
tümüne, insanın nesnel özüne bağlıdırlar; bireylerin tekyanlı ve sınırlı
gelişmelerinin sorumluluğu insanın bu nesnel özüne aittir.
Burjuva toplumda, tamamıyla
toplumsal mülk edinmeden dışlanan proleterler tam bir yabancılaşmaya
uğrarlar. Ama "yoksulluk" (paupérisme) skandalı, devrimin devindiricisi
değildir. Savaşmak üzere örgütlenme yeteneğinde devrimci bir sınıfın
varlığı, Marx ve Engels'in bir bilim düzeyine yükseltmeye çalıştıkları
devrimci fikirlerin varlığı, kapitalist topluma sımsıkı bağlıdırlar.
Devrimci sınıfın ve devrimci fikirlerin varlıkları, burjuva ilişkilerin
evrenselleşmesini, sınai ve kolektif üretimde çok yüksek bir işbölümü
düzeyini ve aynı zamanda sömürülen işçi sınıfının ileri ülkelerin
üretiminde üstün bir rol oynamasını önceden varsayarlar. Yalnız bu nesnel
koşullardır ki, proletaryaya kendi kendini kurtarışının gerçek
perspektiflerini açarlar ve hümanizmi ahlaki (éthique) güçsüzlükten
siyasal etkinliğe geçirirler, çünkü bu nesnel koşullar, devrimci güçlerin
uyumlu ve bilinçli savaşımını olanaklı kılarlar.
Bireyler olarak proleterlerin
bunun bilincinde olmaması, bütünüyle proleter sınıfın tarihsel görevlerini
hiçbir surette tartışma konusu yapamaz. Gelişmiş burjuva toplumu yeni
tipte bir devrimin temelini oluşturur, bu devrim bir özel mülkiyet
düzeninin yerine başka bir özel mülkiyet düzeni koymayacaktır, bütün
üreticilerin özgür ortaklaşmalarını örgütlendirmek üzere sınıf
egemenliğini ortadan kaldıracaktır. Demek oluyor ki, devrimci bir
bilinçlenmenin ve sonucu her bireye, ilkönce de proletere, komünist
toplumda "kendi kişiliğini gerçekleştirme" olanağını sağlayacak olan bir
savaşıma etkin olarak katılmanın zamanı gelmiştir. Bunun içindir ki,
proletaryanın talepleri boş laf değildir. Bu talepler yüksek ve gerçekçi,
evrensel bir zorunluluğu ifade ederler, geçmişin sömürülen sınıflarının
savaşımı, ilerici ideolojilerine karşın bu zorunluluğu ileri sürememişti.
Demek ki, yeni —devrimci— bir
bilimin, bu yüzden de Marx ve Engels'in örgütlenmiş işçilerin ve daha
şimdiden onların görüşlerini benimsemiş olan aydınların hizmetine hemen
sunmak istedikleri bir bilimin öncülleri, sağlam bir şekilde saptanmıştı:
bireylerin burjuva toplumunda yabancılaşması üzerine betimleyici nitelikte
bilgilerin yerine şimdi artık tarihsel materyalizmin kategorileri, tarihi,
bilim düzeyine yükselten bir araştırma alanının sınırlarını çiziyor.
Marksizmin gebelik dönemi, sona ermiş bulunuyor.
BÖYLE bir değişme, marksizmi
genç Marx'ın geçici görüşleriyle özdeşleştirmeye özenenleri sıkıntıya
sokar. Onun için, genellikle, tezlerini, Alman İdeolojisi'ni sessizce
geçerek, ahlakçı (moraliste) Marx üzerine ya da gelecekteki, proletaryanın
bir mutluluk çağı inancının yalvacı Marx üzerine kaleme alırlar, çünkü
Alman İdeolojisi devrimci proleterlerin zorunlu ve meşru savaşımının
nesnel ve somut koşullarının tahliline azimle ve geri dönülmez bir biçimde
girişen bir yapıttır.
Bu yapıt, tarihsel
materyalizm ile ahlaki (moral), dinsel ya da felsefi ülküler arasına kabul
edilemeyecek benzerlikler yerleştirmek için yapılan bütün girişimleri
kıyasıya mahkum eder. Emeğin sömürüsünün ve emeğin kurtuluşunun, suç ve
onun bedeli ile günah ve onun kefareti ile ortak hiçbir yanı yoktur.
Tarih, ne evrensel bir ahlakın (éthique) somutlaşmasıdır, ne de felsefi
insanbilimde (antropoloji) önceden tasarlanmış bir insan doğasının
gittikçe insan cismine bürünmesidir.
Demek ki, bu metne
söylemediği şeyleri söyletmeye kalkmak boşunadır. Marx tanıtmadan önce
uzun süre bilinç dışı kalan toplumsal ilişkiler, keşfedilmelerinden önce
var olduğu gibi sonra da nesnel olarak vardırlar. Bu ilişkiler, bilinçli
olarak kurulmuş karşılıklı-öznel ilintiler ve bireylerin herhangi bir
özlem uyarınca değiştirmeyi kuracağı ilintiler değillerdir. Marx, onları,
"É bir üretici güçler
toplamı, tarihsel olarak yaratılmış ve her kuşağa kendinden önce gelen
kuşak tarafından aktarılmış, bireylerin doğa ile ve kendi aralarındaki bir
ilişki; bir yandan yeni kuşak tarafından gerçekten değiştirilen, ama, öte
yandan da, yeni kuşağa kendi yaşam koşullarını emreden ve ona belirli bir
gelişme, özgül bir nitelik veren bir üretici güçler, sermayeler ve
koşullar kitlesi."
olarak kavramıştır.
İşte "kişisel" bir yoruma,
"insanda temel olan" üzerine revizyonist spekülasyonlara yer bırakmayan
bir açıklama!
Ama toplumsal ilişkilerin
nesnelliğinden, hemen aceleci davranarak, marksizmin anti-hümanist olduğu
sonucuna varmayalım. Felsefi hümanizm bilgisi, iktisatçıya, tarihçiye,
toplumbilimciye ve militana, marksizmin kavramlarından sağladığı teorik
yardımlardan hiçbirini veremezse de, kendiliğinden anlaşılır ki,
materyalist tarih anlayışının pratikteki sonucu, devrimci savaşımda
cisimleşmiş bir hümanizmdir. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti
kaldırmaya yönelen, toplumsal emeğin uyumlu bir biçimde
örgütlendirilmesini, bireylerin özgürce açılıp gelişmesini amaçlayan bir
hümanizmden daha gerçek bir hümanizm yoktur. "Pratik materyalizm"de
somutlaşmış hümanizmden başka hangi hümanizmin daha iyi bir temelde, daha
tam bir nesnelleşmede gözü olabilirdi? Bilim, hümanizmi kurgudan
(spéculation) kurtarır, ve onu yoketmeksizin değiştirir; bilinçli devrimci
pratik, onu, bütün emekçilerin toplumsal, siyasal ve manevi istemlerinin
ideolojik ifadesi yapar.
Eğer hümanizm, açıklama
ilkesi değil de ifade ise, Marx ve Engels'in, felsefi ön-varsayımlar
olmaksızın tarihsel bir hümanizm içinde idealizmi ve materyalizmi aynı
zamanda aşmış olacakları, hatta bütün felsefeyi ortadan kaldırmış
olacakları fikrini reddetmek için, ekleyeceğiz ki, bu kadarı yeter.
Marx'ın idealizm okullarına olduğu kadar duyumcu (sansualiste) ya da
mekanikçi materyalizme de karşı çıkması, onun felsefi bir kayıtsızlığa
düştüğü anlamına gelmez. O daha çok materyalizmi toplumsal oluşun bilimsel
—nesnel ve diyalektik— tahliline kadar genişleterek ona tamamlanmış
biçimini vermiştir.
Marx, kapitalist düzen
konusunda çok ilerilere kadar götürdüğü görgül (empirique) bir incelemeye
sıkı sıkıya sarıldığı için olgucu (positiviste) olmakla da suçlanamaz.
Onun suç saydığı şey bir yandan tarihsel sürecin nesnel belirlemelerini
düşünme yeteneğinde olmayan görgücülük, bir yandan da tarih felsefesinin
kurgularıdır.
"Gerçeğin kendisi ortaya
konduğunda, özerk felsefe varlık ortamını yitirir. Onun yerini, olsa olsa
insanların gösterdikleri tarihsel gelişmenin gözlemlenmesinden
çıkartılabilecek en genel sonuçların bir sentezi alabilir. Bu
soyutlamalar, gerçek tarihten kopartılarak kendi başlarına ele
alındıklarında hiçbir değer taşımazlar. Olsa olsa tarihsel malzemenin daha
kolay sınıflandırılmasını, ayrı ayrı tabakalarının sıralanışını göstermeye
yarar. Ama hiçbir biçimde, felsefenin yaptığı gibi, tarihsel çağları
güzelce düzenlemeyi sağlayabilecek bir reçete, bir şema veremezler.
Tersine, güçlük, ancak bu materyal, ister tamamlanmış bir çağ sözkonusu
olsun, ister içinde bulunulan zaman olsun, incelemeye, sınıflandırmaya ve
onu gerçek bir biçimde ortaya koymaya konulduğu zaman başlar."
Demek ki, soyut felsefenin ve
tarih üzerine önsel yargıların işi bitmiştir, ama, somut incelemeler
gerektiren gerçek tarihin yapılarının ve "toplumsal ilişkilerin" değişik
tiplerinin felsefi anlamda kavramlaştırılmasına olanca hızını vermek üzere
bitmiştir. Tarihsel materyalizm, tüm toplumsal biçimlenmelere özgü
özelliklerin, bunlar arasındaki bağlantıların kavranmasını sağlayan, ve
bunların herbirinin tahliline zorunlu uygulanışının her seferinde
özgülleştirilmesi ve zenginleştirilmesi gereken nesnel olarak düşünülmüş
bir felsefi kategoriler temelidir. Tarihsel materyalizm, felsefenin
bütünleyici bir parçası, toplumsal pratiğin ve bilimin genel anlayışı,
bilimsel sosyalizmin teorik temelidir. Eğer bundan böyle sözkonusu olan,
dünyayı yalnızca yorumlamak değil de değiştirmekse, bu dönüşümün teorisi,
bu yüzden bilimsel bir statü kazanan ve verimli bir hedefe yönelen yeni
bir felsefenin konusudur: doğayı ve tarihi kucaklayan materyalizm, nesnel
diyalektiği olduğu gibi bilgi teorisi biçiminde öznel diyalektiği de
çözülmezcesine içeren marksist-leninist felsefenin konusudur.
Hümanizm ve felsefe üzerine
bu düşünceler, bizi, başka bir yanılgıya karşı, Marx'ın ve Engels'in,
ideolojinin tarihi yoktur yolundaki sözünden, ideolojinin soyut olarak
zaman dışında olduğu ve üstelik onun, bütünüyle aldatıcı bir işlevi
bulunduğu fikrinin çıkarılmasından doğan yanılgıya karşı uyanık davranmaya
zorlar. Daha önce Marx, fikirlerin, yığınlar onlara sahip olduğu zaman
maddi güçler haline geldiğini yazmıştı. O, burada, devrimci fikirlere,
özellikle bilimsel olanlara önem veriyor, ve ideolojinin, çıkarlarını
ifade ettiği sınıfa göre gerici olsun, ilerici olsun, göreli olarak pratik
bir önemi olabileceğini kabul ediyor. İdeologlara karşı, ideolojinin
kendine özgü bir tarihi olmadığını, ideolojideki ve buna uygun düşen
bilinç biçimlerindeki değişikliklerin nesnel toplumsal dönüşümlerle
belirlendiğini gösterir. Ama o hiçbir zaman fikirlerin rolünü
küçümsemiyor, bunları boş hayaller durumuna indirgemiyor. Hiçbir yerde, o,
fikirlerin yapılarının ve içeriklerinin değişmez olduğunu ve yeni bilimsel
katkılara kapalı bulunduğunu ileri sürmüyor. Onun kendi evrimi, zaten,
üretim ile her ikisi de her zaman şu ya da bu tarzda toplumsal gerçekliği
yansıtan ideolojilerin aldatıcı biçimleri ve nesnel biçimleri arasında,
mevcut olan çapraşık ilişkilerin en doğrudan kanıtıdır. Bu andan
başlayarak yaptığı eleştiri, yalnızca polemik değil, aynı zamanda, teorik
bir anlam da kazanıyor. Onun öğretim yöntemi eğilimi, tarihsel
materyalizmi, ekonomist, formalist ve diğer benzeri küçültme çabalarının
tümünü geçersiz kılıyor.
Bilim, Marx'ın daha sonraları
söyleyeceği gibi, sarp yollardan geçer. Burada, onun koyduğu yorumlama
sorunları dolayısıyla, tarihsel materyalizmin hem lafzını, hem ruhunu
uzaktan ya da yakından reddeden bunca öğretiden kendisini ayırdeden her
şeyi tam olarak değerlendirebilmek için sürekli ve derin bir incelemeyi
gerektirdiği görülür.
ALMAN İdeolojisi, ne kadar
yeni olursa olsun, gene de Marx ve Engels'in bile bile "farelerin kemirici
eleştirisi"ne terkettikleri, ancak bir geçiş yapıtıdır. Birçok deyim,
örneğin sivil toplum (société civile) deyimi, devrini tamamlamış ve az
sonra da bırakılmış bir terminolojiye aittir. Başka deyimler de değişik
bölümlerde tam aynı anlama gelmemektedirler. Üstelik, kitabın polemik
özelliği, öğretiye ilişkin durumlarındaki çelişkileri daha iyi görülebilir
bir biçimde ortaya koyabilmek bakımından o, dilini benimsemek zorunda
kaldığı karşı tarafın söz dağarcığından yararlanmaya zorlanmaktadır.
Ayrıca ve özellikle tarihsel
materyalizmin yeni kavramları henüz biçimlenme halindedir; bunların
herbirinin ayrı ayrı belginlikleri, karşılıklı ilişkilerin işlem
bakımından uygunluğu, 1859'da, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'nın
"Önsöz"ünde işlenmiş sunuşun düzeyinde değildir henüz.
Birkaç örnek bunu gösterir.
Her şeyden önce, burada, üretim tarzı, iktisadi temel ve üstyapı gibi
bellibaşlı terim ve kavramlar yoktur. Üretici güçleri oluşturan öğeler
açık ve kesin biçimde belirlenmemiştir. Marx ve Engels, henüz doğal
aletleri, uygarlığın yarattıklarından ayırmaktadırlar. İnsanı, onun
çalışma alışkanlıklarını ve deneyimini, onun ustalığını, her zaman üretici
güçler içinde toplamıyorlar. Böyle bir kararsızlık, işgücü ve işgücünün
üretim koşullarının tahlilini, yeni yeni ele almakta olduklarını gösterir.
Onlar, kurgusal teoriyi atmış olmakla birlikte, insanın ampirik tasarımı
ile ekonomik-toplumsal insan anlayışı arasındaki yolun ortasındadırlar.
Çalışma, kimi zaman
insanların değişik biçimdeki eylemi (üretim, ticaret; siyasal, ideolojik,
vb. pratikler), kimi zaman da ortadan kaldırılması gereken bir zorunluluk
olarak başka türlü kavranmaktadır. Emeğin biçimleri, üretken emek ve
üretken olmayan emek olarak henüz ayırdedilmediği gibi, çalışmanın sınıflı
toplumlarda zor yoluyla sağlanması ile komünist toplumda kapsamlı bir
gereksinmenin tatmini olarak kavranışı birbirinden ayırdedilmemektedir.
Değer yasası, artı-değer ve sermayenin üretimi ve yeniden-üretimi
mekanizması bilime kazandırılmadıkça, işbölümü ve özel mülkiyet, temel
nedenlerine bağlanmamıştır ve bağlanamazdı da..
Aynı biçimde, "üretim
ilişkileri" gibi temel bir kavramın nesnel ve kesin belirlenmelerinin
tahlili de yoktur. Annenkov'a yazdığı Aralık 1846 tarihli mektubunda Marx,
—Fransızcaya ticaret olarak çevrilen Almanca Verkehr* sözcüğünün belirsiz
genelliğine uygun olarak— hâlâ "toplumsal ilişkiler"den sözedecek ve bu
deyimle insanlar arası nesnel ve öznel, maddi ve manevi bütün ilişki
biçimlerini: iş ilişkilerini, değişim, mülkiyet, vicdan ilişkilerini,
bireyler, gruplar, uluslar ve devletler arasındaki ilişkileri
kastedecektir. Marksist anlamıyla sınıf kavramı —üretici güçler ile üretim
ilişkileri arasındaki çelişkinin iç özel belirlenmesi— henüz
biçimlenmemiştir ve sınıf savaşımı tarihin devindiricisi olarak açıkça
tanımlanmamıştır. Bundan, 1848'de Manifesto'nun yazılmasında nasıl büyük
bir ileri adım atıldığını anlayabiliriz.
Bununla birlikte, bu
kavramların olgunlaşmamış olmasına, geçici eksikliklerine ya da bir
kısmının henüz konmamış olmasına karşın, daha şimdiden kazanılmış olan
şeyler, daha ilerde verimli bir zenginleşmeye gebedir. Alman İdeolojisi
ile sonraki yapıtlar arasında hiçbir temel çelişki gösterilemez. Bu
söylediklerimizden, kitabın birbirinden ayrı ve birbirini tamamlayan iki
ayrı okumaya bizi zorladığı sonucu çıkmıyor mu?
Terminolojisine sonradan
geçerli olan anlamlar vermek çok tehlikeli olacağına göre, kitabı, ilkin
daha önceki yapıtları hangi bakımlardan kesin olarak aştığını arayarak
okumak zorunludur. Ama ters yönde de, bu taslağın sınırları, ancak,
yazarın olgunluk ve yaşlılık çağının yapıtları bilinerek yeniden okunduğu
zaman en iyi biçimde ölçülebilir. İşçi hareketinin deneyiminden yola
çıkılarak kırk yıllık bilimsel eylem ve teorik çalışma, marksist
kavramların soy kökeni bakımından incelenmesini gerçekten olanaklı
kılmaktadır.
Demek ki Alman İdeolojisi'nin
ekonomik kategorilerinin biçim değiştirmesini izleyebilmek için ekonomik
yazılara, özellikle, Kapital'e gitmek, sorular sormak gerekir. Marksist
devrim, devlet ya da proletarya diktatörlüğü teorisi hakkında bir yargıya
varabilmek için Fransa'da İç Savaş'ı ya da Gotha Programının Eleştirisi'ni
okumak gerekir. Yaşlı Engels'in mektupları, ideoloji ile toplumların
ekonomik temeli arasındaki ilişkilerin derinleştirilmesine yardım eder.
Yenikantçı uyanışa karşı yazılmış olan Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman
Felsefesinin Sonu, diyalektik ve tarihsel materyalizm ile, daha 1845'te
savaşılan burjuva felsefesi arasındaki teorik ayrılık hakkında daha kesin
ve daha tam bir değerlendirme sağlar.
Onun için, Alman
İdeolojisi'nin ilk bölümünün, marksist teori ile kısa bir karşılaşma
fırsatı olmamasını, tersine, bunun nesnel ve eleştirel bir incelemenin
başlangıç noktası olmasını dileyelim. Bu ilk bölüm, okuru, kaynaklarının
tahlili üzerine zengin görüşler içeren kitabın tümünün okunmasına
özendirir. Bu ilk bölümü, mantıksal olarak, Marx ve Engels'in başlıca
yapıtlarının okunması izlemelidir.
Çünkü onların düşüncesi,
marksizmin kurucularına, her zaman insanların anılarında kazılı olarak
kalacak "dev boyutları" vermiş olan zorlu bir bilimsel çalışma ile siyasal
bir pratiğin karşılıklı etkisi içinde durmadan ilerlemiştir.
JACQUES MILHAU
|